Bu yaşam kendin olabilmen için tek şansın…

Bugün içimde sözlenmek istenenleri yazmaya oturduğum anda Taksim’deki patlamanın haberi geldi. Haberin hemen akabinde ise dahil olduğumuz uluslararası gruplardan mesajlar gelmeye başladı. Dünya çapından dostlar şehrimizde yaşanan bu düşük bilinç gerçekliğine dair endişelerini ve dileklerini dile getiriyorlardı. Neredeyse 2023 yılına girmekte olduğumuz bu dönemde hala böylesine düşük titreşimli gerçekliklerin vuku buluyor olması, bazı ruhların böylesine karanlık duygulara kendilerini teslim ediyor olmaları, beni en derinden üzen. Ve belki de bugün benden sözlenmek istenenlerin sizlerin kalplerinize daha hızlı ulaşmasına vesile olacak olan da bu.

Sözlerime bu boyuttaki yaşamdaki en büyük gerçeklikle başlamak istiyorum. Hepimiz bir gün öleceğiz. Süreyi uzatmaya dair çabamıza rağmen, bir gün, her birimiz bu bedende yaşamakta olduğumuz gerçekliğe veda edeceğiz. Tüm maddesel kazanımlarımızı ardımızda bırakarak gönlümüzün hafifliğini alıp gideceğiz. Geriye sadece gönülden yarattığımız derin bağlar ve içtenliğimizin yarattığı hisler sevdiklerimize bir anı olarak kalacak. Bizlere bu boyutta, bu gezegende, yaşamı deneyimlememiz için verilmiş olan bu bedene bir gün veda edeceğiz. Dünyaya geldiğimiz anda aldığımız ilk nefes ile, (zamanı belirsiz olmakla beraber) kesinlikle bir an vereceğimiz son nefesimiz arasında, bu boyuttaki gerçekliğimizin hakkını ne kadar veriyoruz? Bireysel potansiyelimizi kapasiteye çevirmeye ne kadar niyet ediyoruz? Kaçımız bu niyetle yaşamımıza düzenli alıştırmaları dahil edip, niyetimizi gerçekleştirmeye dair yola çıkıyoruz?

Sistemler dönüşüyor, dünya değişiyor. Bu gerçeklikte kanıksanamaz. Yaşamda hiçbir şey aynı kalmıyor. Aynaya bakarken gördüğümüz yüzümüz bile gün geçtikçe değişiyor. Bugün yüksek bilinci konuştuğumuz, bizlerden saklanmış evrensel yasaların ve gerçekliğin gün yüzüne çıktığı inanılmaz bir enformasyon çağının ortasındayız. Tekâmül yolculuğuna geldiği bilincini idrak edenlerin, kendi potansiyellerini kapasiteye çevirmek için verdiği emeklerin yanı sıra hala savaşlardan, bombalı saldırılardan, canı yanmış olanın can acıtma arzusu ile tetiklenerek harekete geçtiği düşük bir bilinçten de bahsedebiliyoruz. Çünkü burası düalitenin hüküm sürdüğü bir dünya. Aydınlık arttıkça karanlıkta o kadar hırslanıyor. Ve fakat, bildiğim bir şey var ki, aydınlık sadece titreşmekte olduğu frekans seviyesi sebebiyeti ile, karanlıktan daha fazla etki yapma potansiyeli taşıyor. Duygu seviyelerimiz bedenimizden frekans olarak çevremize etki ediyor ve benzeri frekansta titreşenler birbirine çekiliyor. Ve birlikten güç doğuyor. Sonuçta bizler birleşip hareket ettiğimizde bu gezegende sonsuz bir etki yaratma yetisine ve potansiyeline sahip olan yegane varlıklarız.

Ya geçmişten gelen yargıları, bizlere dikte edilmiş olan var oluş ve işleyiş yasalarını, korkuyu ve kontrolü kabul edecek ve istemesek de, yaşama ve insanlığa olan vaz geçmişliğimizle, karanlığın distopik bir gerçek yaratmasına destek vereceğiz. Ya da birlikte Utopianın yaratımına geçeceğiz. Ve evet. Ne yazık ki arası yok. İnsanlık olarak çok uzun zamandır arafta dans ediyoruz. 4,6 milyar yıllık bir gezegende sadece 6,000 yıl önce bizlere krallıklar, dinler ve paranın sisteme girmesi ile dikte edilmiş olan gerçekliği kabul edip, ufak yamalarla düzenleyip yolumuza devam ediyoruz. Biliyorum Utopia çok hayalperest geliyor ve denemişliklerin hiçbirinin olumlu sonuçlar vermediğine dair bin bir çeşit senaryo ve görüş var. Ve işte belki de beni en çok üzen, en büyük hayal kırıklığına uğratan da insanlığın bu boş vermişliği ve kendi içinde barındırdığı yaratanın parçacıklarını görmezden gelmesi.

Her birimizin potansiyele inandığımızı biliyorum. Bu potansiyeli en azından kendi yavrularımızda görüyor, deneyimliyor ve arzuluyoruz. Onlarda gördüğümüz potansiyeli onların da görmelerini ve gerçekleştirmelerini ne kadar da gönülden arzuluyoruz. İşte yaratan da aynı ümitle bizlere bakıyor. Kendi potansiyelimizi gerçekleştirmemiz için geldiğimiz bu yaşam okulunda, tekâmül sürecimizde, erdemle yol almamız, kapasitemizi gerçekleştirmemiz, yaşama geldiğimiz bu bedenin ve hikayenin hakkını vermemiz için ümitle bizlere bakıyor. Mevlana’da, Gandi’de, Mother Teresa’da ve diğer içindeki kutsal sese kulak verme cesaretini göstermiş olan nice canda var olan kapasitenin bizlerde de potansiyel olarak var olduğunu anımsamamızı ve keşfe çıkmamızı istiyor. Ve sabırlı da. Ajandası yok. Bu simülasyonun içinde bütün yaratımı bize bırakmış. 8 milyar öğretmenle bizleri bu gezegene bırakmış ve sevgili İrem Orhon’un deyimi ile birbirimize çarparak kendimizi deneyimleyip, anlamamız ve gerçekleştirmemiz için bizlere her gün, binlerce, olanak sunuyor. Gezegenimizin de bir ajandası yok. Dünya’nın sonu gelirse onun umurunda bile olmaz. Uçsuz bucaksız evrende var olan nice solar sistemin birinde yer alan gezegenlerden biri sadece. Asıl soru, bu gezegende ikamet eden biz insanlara ve ekosistemimize ne olacak?

Yeni bir yaklaşımın, yöntemin, anlayışın ve işleyişin gerekliliği kaçınılmaz. Ya bütüne hizmet eden, üst bilinçten işleyen yepyeni sistemleri yaratacağız, ya da günümüzü kurtarma yalanı altında kararsızlığımız, inançsızlığımız ve kıtlık bilincimiz ile hiçbirimizin istemediği bir gerçekliğin yaratımına onay vererek, katkı sağlayacağız. Ya içimizdeki gözlemciyi uyandıracağız ve kendimize, işleyişimize, “evet” veya “hayır” dediklerimize, tetiklenip verdiğimiz tepkilere, karanlık yanlarımıza ve yaralarımıza daha derinden bakacağız, ya da böyle geldi böyle gider inancımızla 7 nesil sonrasına hiç de hoş olmayan bir gerçekliği miras bırakacağız.

Gözlemci konumuna geçmek bu döngüyü kırmanın yegâne yolu. Gözlemci konumuna geçtiğimizde kendimiz diye nitelendirdiğimiz maskelerimizin, kimliklerimizin ve yargılarımızın ötesinde yaşamı ve kendisini gözlemleyen tarafsız bir gönül gözünün farkındalığı uyanmaya başlıyor. Kendimiz ve kararlarımız ile yüzleşme cesareti gösteriyoruz. Gözlemleme yeteneği, bizlere “dünya gerçekleri” illüzyonu altında öğretilmiş olan kibrimizden, içsel açlığımızdan, fırsatçılığımızdan ve egomuzdan işlediğimiz anları yakalama ve yakaladıkça da zamanla değiştirme imkânı sunuyor. Bu gözlem deneyimi sonunda ya verdiğimiz tepkiler, attığımız adımlar zaman içinde dönüşmeye başlayacak ya da ne yazık ki vicdanımız ve egomuz arasındaki bu uyumsuzluk bedenimizde büyük tahribat yaratarak bizleri hasta edecek. Vicdanımıza rağmen günümüzü kurtarmak adına verdiğimiz kararlar, biz farkında olsak da olmasak da, bedenimizin içinde yarattığı titreşim sebebi ile bizleri yiyip bitiriyor ve hastalıklar olarak kendini gösteriyor.

Böyle geldi böyle gider bakış açısı ile yaşamımıza devam edebilir ve tekâmül sürecini görmezden gelebiliriz pek tabi ki. Ve fakat, bir sonraki yolculuğumuzda nasıl bir gerçeklikte bedenleneceğimize dair hiçbir fikrimiz ve/veya etkimiz yok. Bu boyutta bizlere bahşedilmiş olanlar önümüzdeki yaşamda ulaşımımız dahilinde olmayabilir. Bu yaşamda yüzeysel keyifte var olmayı tercih eder, uyanma sürecimizi bir sonraki yaşamımıza ertelersek, o yaşamın bu yaşamdan çok daha şefkatli olacağını kim söyleyebilir ki? Bu bağlamda, Mahatria’nın sözlerini anımsamamızı öneriyorum; “Bu yaşam kendiniz olabilmeniz için sizlere sunulmuş yegâne şans. Lütfen kendinizi teğet geçmeyin.” diyor. Kendimize, iç sesimize, vicdanımıza rağmen işlemeye ve üretmeye devam edersek bu yaşamda potansiyelimizi kapasiteye geçirme şansımızı kaybetmiş olacağız. Gün bugün. Ya uyanacağız ve sistemin dönüşmesi için bilinçli, erdemli, vicdanlı ve yapıcı tercihler yapacağız, ya da gelecek nesillere karanlık bir dünya bırakacağız. Ya inançsızlığımızla ve vaz geçmişliğimizle, at gözlüklerimiz ile, günümüzü kurtarmaya odaklı yaşamaya devam edeceğiz, ya da elimizden gelenin en iyisini yapmaya niyet edeceğiz.

Gün bugün, tercih her birimizin içinde, vicdanımızda bizleri bekliyor.

Sevgiyle kalın.


Zeytin Ağacı

Sevgili dostlar,

Bu kutsal topraklarda yaşayan bizler gibi bende uzun bir bayram ve akabinde yaz rehavetinin içinde bu satırları yazmaya başladım. Niyetim, son 3 senedir yapmakta olduğum gibi, ülkemizin eşsiz Ege kıyılarında iken içimde uyananlara tanıklık etmek ve kolektife şifa olması niyeti ile sizlere ulaştırmaktı.

Normalde kelimeler hızlıca dökülür benden. Kelimelerimden öte içimde uyananların yarattığı hislerin ve farkındalığın ulaşmasına niyet ederek, gelenin bana ve benden ötesine şifa olacağına ümidimle hızla paylaşırım dökülenleri. Bu dolunay ve onu izleyen yeni ay döngüsünde içimde uyananları bir nebze daha derin bir gönül gözü ile anlamlandırma ihtiyacında olduğumu hissettim, normalde içimde var olduğunu bile bilmediğim bir sabır sürecine girdim.

İşte bu içsel sorgulama ve yüzleşme sürecinde, geçmiş jenerasyonlar tarafından imkansız diye nitelendirilenin yaşamda vuku bulması ümidi ile çıkmış olduğumuz yolculuğumuzu bile sorguladığım dönemler oldu. Şükür ki akıntıya karşı kürek çekerken sevgili Love Mafia uzmanlarımız ve dünya çapında aynı amaca birlikte katkı sağladığımız diğer sosyal kabilelerimizin varlığı yaşadıklarımızda ve sorguladıklarımızda yalnız olmadığımızı her an derinden hissettirdi bizlere. Evet süreç belki hepimizin beklediği ve ümit ettiğinden daha yavaş gelişiyor gibi gözüküyor olabilir ama yine de ülkemizde belki asla gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm açılımlara da tanıklık ediyoruz. Materyal gerçeklik bizlere gidişatın vehametini fısıldamaya, içimizdeki endişeyi ve pesimist bakış açısını beslemeye devam ederken, Love Mafia olarak bizler vazifeye çıkmış bir kulun bilinci ve inancı ile “başka bir dünya mümkün”ü fısıldamaya devam ediyoruz. Bu derin inançta çoğunlukla kalabilmemizde yegane aracımızın ise bizlere öğretilenleri sorgulamak ve hafızayı bırakmak olduğunu biliyoruz.

Yaşamı doygun yaşamanın anahtarı, hepimizin en zorlandığı konu olan, önyargılarımızı kırmamızdan geçiyor. İyi ve kötü zihnimizdeki düşüncelerin ve hafızamınızın yarattığı bir yanılsama, bizlere öğretilen yargılar doğrultusunda zihnimizin yarattığı bir illüzyon aslında. Bir illüzyon çünkü kendi bakış açımızın yaşamdaki yansımasını algılıyoruz sadece ve beklentilerimizi de bu doğrultuda şekillendiriyoruz. Gözlerimizle görebildiğimizi farz ettiğimiz olaylara dair zihinsel yarattığımız hikayeler akabinde içimizde uyanan, kendi yargılarını haklı çıkarmaya çalışan fikirlerimiz bizlerin yarattığı bir illüzyon.

İllüzyondan çıkmak ise yaşam olarak tecrübe etmekte olduğumuz bu okulu sadece deneyim, öğrenme ve gelişme yolculuğu olduğu bilinci ile değerlendirdiğimizde mümkün oluyor. Zorlayıcı bir tecrübe yaşadık, ön yargılarımızı kıramadık ve dersimizi öğrenemedik mi? O zaman yaşam bizlere, tekamül sürecimizi gerçekleştirmemiz adına daha güçlü bir dersle geliyor. Yaşamın en büyük amacı ve niyeti yaşam. Ve yaşamı ancak tecrübelerimizle deneyimleyebiliyoruz, ilişkilerimizle ve verdiğimiz tepkilerimizle de kendimizi daha iyi tanıma imkanı ediniyoruz. Olabileceklerden korkup yaşama cesaretle adım atmadığımızda hem kendimizi teğet geçiyoruz, hem de illüzyonda kalarak yaşamı dolu dolu yaşama imkanından kendimizi alıkoyuyoruz. Ölümlü olduğumuz gerçekliğini bir kere kabul ettiğimizde ise doğumda aldığımız ve ölüm esnasında verdiğimiz o iki nefes arasındaki vakti neşe, keyif ve coşku ile geçirmek için elimizden geleni yapmaya başlıyoruz.

Benim bireysel olarak geçmekte olduğum bu süreçte yalnız olmadığımı biliyorum. Kolektifte gerçekleşmekte olan bu açılımdan hepimiz payemizi alıyoruz. Hızına tanıklık etmekte olduğumuz kolektif değişim ve dönüşüm döneminde kendimizden başlayarak yaşama yeni başlayan zihniyeti ile bakmamız gerektiğinin farkındalığı ile hepimiz kalıplarımızdan ve yargılarımızdan arınma yolculuğundayız. Hepimiz için zorlayıcı olan bu süreçte içsel direncimizle ve “comfort zone” diye nitelendirilen rahatlık alanımızla yüzleşmemiz gerekiyor.

Kolektifte gerçekleşmekte olan bu dönüşümü Türk film sektöründe bile deneyimleme imkanı ediniyoruz. Gözle görünenin ötesinde vuku bulan bir gerçekliğe dair başka bir olasılık göz kırpıyor bizlere. Netflix’de yayınlanan;

  • Aşkın Kıyameti’nde (Doom of Love) bu topraklarda gerçekleşen bir inzivayı izledik hep beraber. İlk defa kolektife kendi lisanımızda ulaşan bir filmde yargısız bir şekilde yoga, meditasyon ve mantraları gördük ekranlarımızda.
  • Zeytin Ağacı’nda (Another Self) atalarımızdan gelen hikayelerin bizlerin duygusal bedenimizde yarattığı yaralara ve Aile Konstelasyonu “Family Constellation” gibi kıymetli içsel uygulamaların döngüleri dönüştürme yetisini bizlere teslim ettiğine kolektif olarak tanıklık ettik.

Dileğim o ki, bu yeni yapımlar dünyanın bilincinde sıçramaya vesile olsun, yıllardır birikmiş olan ön yargılar kırılsın, mesafeler kapansın, gönüller kavuşsun. Ve bu kavuşma ilk bizlerin gelmeyi tercih ettiğimiz ve bizlere yaşam veren anne ve babamızla başlasın. Biz, doğduğumuz bu topraklarda, tanrısallaştırılmış ebeveyn modeli ile büyütüldük. Ne yazık ki, kendilerini ulvi niteliklere sahip bir varlık olarak göstermeye ve konumlandırmaya kodlanmış bu geçmiş jenerasyonların hikayelerine dair çok az bilgi var elimizde. Özellikle ben ve benden önceki jenerasyonlar olarak bizler ebeveynlerimizi neredeyse hiç tanımıyor, kendi yaptığımız yüzeysel araştırmalarla onların gerçekliklerine anlam vermeye çalışıyoruz.

İlk aşklarını, gönül kırklıklarını, kırgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, kırılganlıklarını… kısacası gerçeklerini bilmediğimiz, dinlemediğimiz bizlere yaşam veren bu kişileri anlamayı beceremiyoruz. Resmi bütünsel görüp onları kendi kaplarında değerlendiremiyor, kendi yargılarımız, hafızamız, anılarımız dahilinde algılamaya çalışıyoruz. Anne babalarımız ve atalarımızın yolculuklarını bütün gerçeklikleri ile bilmediğimizde ise kendi döngülerimizi aşamıyor, bizlere yüklenen yargıları kırıp yaşamda kendimizi özgürce, bütünümüzü severek ve kabul ederek gerçekleştiremiyoruz. Halbuki yaşam bizlerden kırılgan olmamızı bekliyor. Kırılganlıklarımızı kucakladığımızda ve kendi şeffaflığımıza izin verdiğimizde ise kalbimizde büyük bir açılım oluyor, öteki diye nitelendirdiğimizi bütünsel varlığı ile hissetme imkanı ediniyoruz. Böylece yaşamın hazinesini ve mucizelerini tecrübe edebiliyoruz.

Biliyorum ki bizlerin ebeveynlerinden bu netlikte, kırılganlıkta ve açıklıkta hikayelerini dinleme imkanı edinemeyeceğiz. Ve fakat, gelecek nesilleri bizlerin taşımakta olduğumuz yüklerden alıkoymak istiyorsak, bizlerin de kendi hikayelerimizi tüm gerçekliği ile onlarla paylaşma sorumluluğunu kabul etmemiz gerekiyor. Ve evet, belki de çocuklarımız ile paylaşmak zor gelse de aşklarımızı, gönül kırklıklarımızı, kırgınlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, kırılganlıklarımızı… kısacası gerçeklerimizi kendileri ile şeffafça paylaşmamız gerekiyor. Ve böylece, onların da bizleri kendi hikayelerimiz dahilinde bütünsel kavramalarına vesile olabilecek ve bu yaşam oyunu içerisinde kendilerini gerçekleştirmelerine imkan sunabileceğiz.

Umuyorum ki bu yeni bilinç seviyesinde, hayat yargılarımızın ötesinde sevdiklerimizle yüzleşme, dinleme, hissetme ve kendi hikayesi dahilinde sevdiğimizi görme imkanı sunsun bizlere. Ve böylece, onlardan fark etmeden aldığımız, bilmediğimiz ve var saydığımız hikayelerinden gelen yükleri bırakalım. Onların kendi hikayeleri ve kodlamaları dahilinde ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını kabul edelim. Bizlerin bu yaşama gelmemize vesile olmuş olan hikayeleri ve tercihleri için onlara teşekkür edelim. Ve unutmayalım ki, atalarımızla yapmaya cesaret edeceğimiz bu şifalandırma bolluk ve bereketin de anahtarı. Belki bu yüzyılda ütopyayı konuşma cesareti göstermemiz de kendimizi şifalandırmaya dair atacağımız cesur adımlardan gelecek.

Önce kendimizi bağışlayalım, hata diye nitelendirdiklerimizin yaşam okulunun tecrübeleri olduğunu kabul edelim. Atlatamadığımız, yargıladığımız olayların bizlerin zihinsel kurgumuz, yarattığımız inanç sistemleri olduğunu fark edelim ve illüzyonu beslemeyi bırakalım. Çözümsüz görünen döngülerin ötesine geçmek için önümüzdekini kendi hikayesi dahilinde değerlendirip, olduğu gibi kabul edelim. Vedalaşalım kırgınlıklarımız ve hayal kırıklıklarımız ile, sonlandıralım bize ağır gelen bu döngüleri.

Özgürleşelim ve işte o noktadan sonra da hadi gelin başka bir var oluş yaratalım bu yerküre üzerinde. Ve unutmayalım ki, dışarıda görmek istediğimiz değişim önce kendimizden başlıyor. Biz değişirsek dünya değişir. Kendi hikayemizi dönüştürmemiz için ise içimize bakmamız, kendimize ayna tutmamız, yargılarımızdan arınmamız ve kendimizi tüm kırılganlıklarımız ile kutlamamız gerekiyor.

İnsan denen en üst teknolojiyi kutlama, hakkını verme ve yaşama gelişini onurlandırma zamanı şimdi.

Sizleri 10 Ağustos Çarşamba günü saat 21:00’de Zoom’da gerçekleştireceğimiz birlikteliğe davet etmek isteriz. Joint Idea & Life Works Labs ve Love Mafia’nın kurucu ortaklarından olan ben (Eda Çarmıklı), Psikoloji Yüksek Lisans programında Aile Konstelasyonu’nu tez konusu edinmiş olan sevgili Love Mafia üyemiz Psikoloji Uzmanı Hande Akın ile bu uygulamaya dair merak ettiğimiz soruları yanıtlayacağız.

Zoom linkimiz

Sizleri aramızda görmekten keyif alacağız.


Hamdolsun

(Please scroll down for English version…)

Sevgili yaşam, evrensel sistem, 

Bugün benim doğum günüm ve ben sana gönülden teşekkür etmek istiyorum. Bana sundukların, gösterdiklerin, tanıklık etme imkânı sağladıkların için minnetlerimi iletmek isterim. Senin yüceliğini içimizde derinlerde biliyor ve hissediyor olmanın yanı sıra, sistemin büyüsünün yaşamdan yansımasına tanıklık etme imkânı sağladığın için, bana yaşama olumlu açısından bakabilen bir gönül ve gözler verdiğin için senin erdemin karşısında saygı ile eğiliyorum. Yaşama inancım çok derin zannederken, daha da derine inebileceğimi deneyimliyorum her an sayende. 

Yaşamdaki her şeyin bir frekans olduğu bilgisiyle, yaşanan her şeyin bir döngüsü olduğunun da kabulündeyim. Her inişin bir çıkışı var, görmesek de her fırtınada bulutların ardında parlayan bir güneş var. Ve aynı işte böyle, bizlerin içinde de tüm öğretilenlerin, kalıpların, yargıların ötesinde yaratandan, sistemden parıl parıl parlayan bir parça var. Bizlerin kendisine dönüp bakmamızı, varlığını hatırlamamızı isteyen bu parça ne yazık ki kimi hikayelerde, ruhlarda, bulutların ardından gün yüzüne çıkamadan yaşam döngüsünü tamamlayabiliyor. Kaybolan ruh kendisini bulamıyor, öfkesine, kinine, kendi zihninde yazmakta olduğu hikayesine sıkı sıkıya tutunuyor ve son nefesine kadar da içinde parıldayan parçaya dönüp bırakamayabiliyor. Evet, her birimizin bireysel tercihimiz ve özgür irademiz olduğunu kanıksayamayız. Yaşananlarda erdemi görüp, kendi kalıplarını yumuşatmayı, kabını genişletmeyi ve illüzyondan uyanmayı tercih edenlerin yanı sıra, uyanmaya ve/veya nefsini ehlileştirmeye teşebbüs edemeyen, kendi illüzyonunda kaybolmayı tercih edenler de oluyor ve olacak yaşamda. 

Ve fakat, çoğunluğun beklentisinin ve öngörüsünün ötesinde duruma ayan, gözlerini yaradılışa açan ve mutlak gerçek çerçevesinden bakma cesaretini göstermeye niyet eden, egosuna ve nefsine hükmedebilen ve ışığa sıçrayan varlıklar da bu yaşamda. Bizlerin yaşama, sisteme, yaradılışa inancımızı pekiştiren bu hikayelere, eğer gönül kulağımızı oraya çevirirsek, her gün tanıklık etmekteyiz. Ve işte o an ellerimiz kavuşuyor göğsümüzün önünde, saygıyla başımızı önümüzdeki ruha eğiyoruz ve minnetle kabul ediyoruz. Bir ruhun kendine attığı adımı kutluyoruz, yaşamın kudretine inancımızı derinleştiriyoruz. Bir döngünün kapanmasını izlerken yeni bir hikâyenin yeşereceği bu yepyeni yolculuğa dair heyecan ve ümit hissediyoruz. 

48 yıllık yaşamım boyunca gelen her şeyin hayrımıza geldiğine dair kendimi eğitmek ve yaşamı olduğu gibi kabul etmek için çok büyük bir niyetle emek verdim. Ve sağ olsun yaşam da, bana ve sevdiklerime, tekâmül yolculuğumuzda döngülerimizi tamamlama ve dönüştürme imkânı edinebilmemiz için yaşanması gerekenleri sundu ve sunmaya devam da edecek. İşleyişi ile uyanışımıza hizmet etmeye devam ediyor. Kendisine minnettarım ki gelenlerin her birinde şefkatini de hep hissettirdi. Onun parçası olan kendime ve beraber gelişmeyi seçtiğim sevdiklerime de geleni anlamlandırma arzusu ve cesareti verdi. Bu küçücük bedende Eda olarak bedenlenen ruhumun gelişim ve dönüşüm yolcuğuna dair içsel inanç verdi, kendisi olarak var olma cesareti göstermesi için güç verdi. 

Bu bedende, bu yüzyılda, bu dönüşümün ortasında, bu topraklarda BEN olarak kolektife hizmet etme imkânı sağladığı için yaradılışa minnettarım. Mucizeye tanıklık etme imkânı edindiğimiz bu kutsal dönemde, uyanışa katkı sağlayarak kuantum gerçeklikte var olan sonsuz opsiyondan mümkünse en ütopik olanını yaşama geçirme imkanımız olduğunu hissediyorum. Ve bu farkındalığın bizlere sonsuz bir sorumluluk yüklediğini de biliyor ve bunu da kabul ediyorum. 

Işığın ben olduğumu hep hatırlamamı diliyorum bu yaşımda da. Bu bedende, bu gezegende kalan zamanımı kolektifin uyanışına ve bütüne katkı sağlamaya adamış olmanın verdiği iç huzurla, merakla insanlığımızın bir sonraki evresinin belirmesini bekliyorum. Onun şekillendirilmesi için bütün kalbimle hizmet ediyorum. 

Yaş 48. Yeni gerçeklikte, daha yolun yarısı bile değil. Sistem takdir ederse, önümde bir bu kadar daha yaşam var. Ve ben, heyecanla, ümitle ve inançla anda yaşamaya ve akışa olurken, önümüzdeki 48 senenin keyfini çıkarmaya, yaşamı içime çekmeye, dönüşmeye ve dönüştürmeye niyet ediyorum. 

Teşekkür ederim yaşam.

Hamdolsun. 

PS: Sanki kalpten kalbe iletişime geçmişçesine sevgili Mor Alev’imin doğum günümde yer verdiği yazısını da paylaşmak isterim. Farkındalığımızda, niyetimizde yalnız değiliz, kolektiften hepimiz nasibimizi alıyoruz… bilesiniz isterim; https://moralev.com/2022/06/08/melekler-hatirlayanlar-ve-unutanlar/

———————————————————————————————————————————————————————————————–

Dear Life, Universal System,

Today is my birthday and I want to thank you from the bottom of my heart. I would like to express my gratitude for what you have given me, what you have shown, and for the opportunities you have encouraged me to witness. Although I know and feel your greatness deep within me, I bow down for giving me the opportunity to witness the reflection of your magic, for giving me a heart and eyes that can perceive life from a positive perspective. Thanks to you, everyday I humbly remember that I can deepen my belief and respect to your system in every moment.

I am aware that you operate through frequency. I also accept that every experience has a cycle. As above so below. Even if I don’t see it, in every storm there is a shining sun behind the clouds. And just like that, beyond all the teachings, patterns and judgments there is a shining part of the system in me, and in each one of us, waiting to be remembered and explored. Unfortunately, this piece, which wants us to glance back at itself and remember its existence can, in some stories and spirits – complete its cycle without seeing the eternal beauty behind those clouds. It clings to the anger, grudge and harmful narrative in its own being, until its very last breath. 

I do not take it for granted that each of us has our individual choices and free will. It is our choice to see virtue at all times, even when that seems impossible. I prefer to soften my own patterns, expand my perceptions, and  awaken to the illusion. In doing so, I send strength to those lacking the courage to wake up, to unite with their souls.

I am grateful to have a community that sees beyond what the majority of people foresee and expect. Thank you to all those beings in this life who choose to open their eyes and hearts to the creation. More of us are seeking to develop the courage to look at the absolute truth, master their ego, and surrender to the light. I am ever grateful to witness these moments, which reinforce my belief in life, the system and creation, every day as I choose turn my gaze towards them. My hands meet in front my chest with gratitude and I respectfully bow my head to the spirit before me. Together we celebrate the steps our souls have chosen to take, further deepening the belief in the power of life. As I witness a cycle closing, I feel the excitement and hope for the brand new journey that will emerge.

During my 48 years in this form, I have worked with great intention to educate myself to see the grace in all that is happening. To accept life as it is. Thankfully, life has given me and my loved ones the opportunity to experience a beautiful life and the choice to complete and transform our cycles of our evolutionary journey. Life is an unfolding story. It continues to serve our awakening with its functioning. I am grateful that it has always approached me with compassion. It gave me the desire and courage to make sense of that is happening. It gave me an inner belief to the growth and transformation of my soul, which was embodied as Eda in this tiny body. Thanks to life and the universal system I felt the strength to have the courage to exist as myself.

I am grateful to creation for giving me the opportunity to serve the collective as I AM in this body, at this specific time, in the midst of this collective transformation, on this precious land that I was born into. As we witness the sacred miracle of creation, I feel that we – as humanity – have the opportunity to realize even the most utopian options within the quantum realm.  This awareness imposes an amazing responsibility on each one of us. And I accept my responsibility with all my heart and being.

On this precious day that marks the date my soul chose to enter the worldly plane again, I wish that I will always remember that I am the light. I choose to nurture my  inner peace and devote my remaining time in this body, on this planet, to the further awakening of myself to serve the collective and contribute to the whole. I offer selfless service and collaboration with the gifts and talents I have in me. I am anxiously waiting for the next phase of our humanity to emerge.

Age 48. In the new reality, it’s not even halfway through. If the system permits, I have much life ahead waiting for me to explore. As I live and flow in the moment with excitement, hope and faith, I intend to enjoy the next 48 years to the full. To breathe new life into me. To transform and be transformed.

Thank you life.

Hamdolsun. 


Yaş almayalım artık, yaşayalım!

Biliyor musun… belki de ilk defa hissediyorum bunları. Bugün benim doğum günüm ve ilk defa, yaşamdaki nice öğretilmiş kavramlar gibi, sanırım bu kavramın da yaptırımının tükendiğini deneyimliyorum.  

Birbiri ardından farkındalıklara uyandığımız bir dönemdeyiz. Önceden değer veriyor olduğumuzu zannettiğimiz, vermemiz gerektiğine inandığımız birçok olgu ve kavram şekil değiştirmekte. Ve doğum günü kavramı da bu dönüşümden kendi payına düşeni almakta sanırım. 

Büyük bir uyanışın eğinde, iyiyle kötünün savaşına tanıklık ediyor ve yaşıyoruz. Yenide yeniden insanlığımıza bakmaya niyet etmiş olanlar ile kalıplarına sıkı sıkıya tutunan kesimin savaşını hem dünyamızda hem de içimizde yaşamaktayız her birimiz. Bir grup sınırların, tanımların, kalıpların ötesinde bir Dünya algısının inancında işlemeye özen gösterirken, bir grupta ataerkil yaklaşıma sıkı sıkı tutunmaya, dönüşmekte olanlara gözlerini yummaya ve “böyle geldi böyle gider” edasıyla ümidi naif bulmaya devam ediyor. Bir grup utopia’yı tanımlaya niyet etmişken, bir grup ise distopia’nın kaçınılmaz olduğunu sözlendiriyor. 

Biz ister kabul edelim ister etmeyelim, insanlık uyanıyor. Herkes iste de istemese de kabını genişletiyor. Dile kolay. İnsanoğlu olarak bir seneyi aşkın bir süre boyunca bir bilinmezin içine daldık, karanlıkta yolumuzu sadece içimizdeki ışıkla bulmaya çalıştık. Bir alışkanlığın gelişmesi için 40 gün devam etmemiz gerektiği söylenir. İnsanlık olarak evimizin 4 duvarının içinde kendimize ve yaşamın işleyişine bugün, yeniden bakmak için 40 günü defalarca devirdik. İçsel yolculuğumuz istesek de istemesek de derinleşti. 

Bugün ise sözlerimizde yaratımına ve olasılığına inandığımız yaşamı hareketlerimize taşımanın, taşımaya niyet etmiş olmanın ağırlığını yaşıyoruz bir nevi. Evet karanlık aydınlıktan çok daha baskın gözüküyor bu günlerde. Ama sadece gözüküyor. Göz onu görmeye alıştığı için belki de, bizlere aktarılan dünya da karanlık oluyor. Ve fakat algı değişirken, sen değişirken, yaşamda baktığın yön de değişmiyor mu? Bir ağaca bakarken gözlerin onda dönüşümü daha derin görmüyor mu sence? Sevdiklerinle huzurlu bir anı yaşarken daha derin bir minnet hissetmiyor musun? Kendinle baş başa kaldığında içsel savaşın bir kabule dönmeye başladığını gözlemlemiyor musun? Ve bir parçan bas bas bağırmıyor mu “yeter” diye? “Mış” gibi yaşanmış bir yaşama, “mış” gibi kurgulanmış bir Dünyaya yeter demek istemiyor musun? Bir adım atmanın vakti gelmedi mi sence? 

Evet … bu duygular ve düşüncelerle giriyorum bu sene 47 yaşıma. Hepimize dair derin inancımla hoş geldin diyorum yeni yaşıma. Ben insanoğlunun uyanışına ve kolektif olarak, hep beraber yepyeni bir varoluşu kurgulayabileceğimize inananlardanım. Evet herkesin kendi gerçekliğine uyanması biraz zor gözüküyor ama…. Ama demek istiyorum ben yine de. Hepimizin içindeki üst potansiyele inanan, yaratanın kapsayıcı, sevgi dolu parçasını taşıdığımıza inanan bir insan olarak herkesin uyanma olasılığına inanıyorum ben. Hareketlerimizde, sözlerimizde, yaklaşımımızda bilinçli olarak yapacağımız tercihlerle kendimizi ve Dünyayı dönüştürebileceğimize inanıyorum ben. Siz nerede duruyorsunuz bu konuda onu çok merak ediyorum. Kaçımız inançtayız? Hadi doğum günümde yazın bana görüşünüzü. Bildiğim tek bir şey var ki, çoğumuz inandığımız sürece dönüşüm kaçınılmaz olacak. Her şey frekans bu yaşamda.  Bizler frekansımızı ümitte tutarsak ve bu doğrultuda tercihlerimizi yaparsak işte o zaman belki bu cennet gezegende cennetti kurgulamamız ve yaşamamız mümkün olacak. 

Şimdi sizden ufak bir hediye istiyorum. Bugün sözlerinize özen gösterin benim için. Bugün tüm yaşamsal aksaklıklara ve hayal kırıklıklarına rağmen yüzünüzü ışığa, inanca, sevgiye çevirin. Ve içinizde her sözlenen kabulden geçsin. Kendim için istediğim hediye kolektif bilincimize ve işleyişimize yansısın. Bir gün de olsa kendimize, sevdiklerimize, sevmediklerimize, sorguladıklarımıza başka bir gözle bakalım. 

Böylesine kıymetli bir dönemden çok daha büyük, erdemli ve sevgide çıkalım. Dönüşsün kavramlar içimizde, öğretilenlerin ötesinde bir var oluşu deneyimlemeye aralayalım ruhumuzu. 

Her daim inançla sevgide kalın. 


11-11 kapısından içeri bakarken

Ben hayatı algılamamızın geniş boyutta detaylandığını düşünüyorum. Bu sebeptendir ki, kendi gelişim yolculuğumda kullandığım araçlar ve kendime baz aldığım bilgiler ve öğretiler geniş bir yelpazede yer alıyor. Ve bu yelpazenin bir katmanı da astrolojiden oluşuyor. Evet, ben her şeyin bir frekans olduğuna inanıyorum ve deneyimliyorum. Bizler evrenin ve kainatın frekansı ile ahenk içinde yaşıyoruz. Gökyüzünde olanlar bizden bağımsız değil. Biz isteyelim ya da istemeyelim, inanalım ya da inanmayalım, eninde sonunda gökyüzünde olan etkileşimden de etkileniyoruz. 

Kendi insan algoritmam ile yaşamıma dahil olmuş ve gökyüzündeki değişimin bu dünya üzerindeki yaşamımızdaki yansımasını inceleyen ve sözlendiren bir takım dostlarım ya da beğeni ile izlediğim bilir kişiler var. Ve onların söylediğine göre şu anda 11-11 kapısından geçiyoruz. Eşikteyiz. İnsanlığımızın bir sonraki dönemini kolektif olarak tanımlarken kendi içimizdeki karanlıklara da bakmak durumunda kalıyoruz. Kalıplarımızın ve yargılarımızın gün yüzüne çıktığı ve hayırlısı ile dönüştüğü bir dönemdeyiz deniyor. Ve bende, kendi naçizane yaşamımda bunu hepimiz gibi tecrübe ediyorum. 

Pandemi dönemi ile istisnasız hepimiz için zaman ve mekan kavramları anlam değiştiriyor. Sanki her gün Cuma günü ve bitmeyen uzun bir günü yaşıyoruz. Ben şahsen haftanın nasıl geçtiğini, günün başlayıp da saatin nasıl 3 olduğunu anlayamıyorum. Şaşkınım ama bir o kadar da rahatım bu eriyen zaman kavramı karşısında. Saygı duyuyorum her şeyden öte. Zamanın şekil değiştirdiği bir dönemi deneyimlemek nasip olduysa vardır bir sebebi diyip gözlemliyorum içimdeki algı değişimini, direnci ve kabulü. 

Mekan kavramı dönüşüyor çoğumuz için. Evimizin 4 duvarı içinde çevrildiğimiz bu dönemde dünyayı sığdırmaya başladık yuvamızın içine. Dış dünyadan öylesine kopuk yaşadığımızda ise o gün yaşamakta olduğumuz bir gerçeklik de boyut değiştirmeye başlıyor. Sanki yaşamımızın kendisi oymuşçasına bütün geçekliğimizi ele geçirebiliyor.

Bir işbirliğinde yaşadığımız iletişim tıkanıklığı tetikledi beni bu hafta. Ve dün baktım ki, 3 gün boyunca bütün gerçekliğimi bu olay ele geçirmiş, başka bir şey düşünemez ve yapamaz hale gelmişim. Kendi dünyamda, evimde, bu konu ile kavrulurken buldum aniden kendimi. Evet, hepimiz düşebiliyoruz bu sarmalın içine. Bir konu bizleri öylesine rahatsız ediyor ve tetikliyor ki yaşamımızın çok boyutluluğunu unutup tek bir olayın gerçekliğini bütün yaşamımızın merkezi haline getirebiliyoruz. O konunun rahatlığımızı, huzurumuzu, neşemizi gölgelemesine biz izin veriyoruz ve kendi maymun zihnimizin oyununa yenik düşüyoruz.  

11-11 kapısında benim kendime uyanışım da bu oldu. Pireyi deve yapma tabiri var bizim kültürümüzde. Bazen bazı olayları kendi kabının ötesine taşıyıp kendi gerçekliğimiz haline getirebiliyoruz. Ve özellikle zaman kavramının erdiği ve mekan algımızın daraldığı, insanlığımız adına yaşamakta olduğumuz çok özel günlerde içsel farkındalığımızı uyandırmak zaruri hale geliyor ki o olayı tekrar kendi kabına geri koyabilelim. 

Farkındalık seviyemiz ne olursa olsun yaşamda olan zorlukların bizlere şifa olmak adına geldiğini ve bunları cesaret ve dürüstlükle dönüştürebileceğimizi unutmayalım ve unutturmayalım. Geçelim içinden erdem ile, zihinsel bahanelerimizin ötesinde duymaya niyet edelim birbirimizi ve umut ediyorum ki büyüyelim ve kabımızı genişletelim. 

Cesur olalım, değerlerimiz doğrultusunda dürüstlükle ve içtenlikle adım atalım yaşama. Kalp ve zihin süzgeçimizden geçirirken aklımızdan geçen ve kendini durmaksızın açıklamalarla teyit eden sözleri susturalım. Ve her şeyi kendi kabında değerlendirelim. Yaşamımızda olan olayları boyutunun ötesinde kendi gerçekliğimiz haline getirmeyelim. Derin bir nefes alalım. Duralım. Derinlere bakalım. Büyüyelim. 

Ve sevgili Mor Alev’in bugünki sözleri ile uğurlayalım takıldığımız detayları, kişileri, olayları … şifalandıralım. 

“Dünyanıza kaosa katılarak yardım etmeyeceksiniz. Haklılık iddiası, yargılama, üstünlük duruşuyla dünyanıza yardım edemezsiniz. Dünyanıza kimsenin karanlığına zorla ışık sunmaya çalışarak da yardım edemeyeceksiniz.

Bütün bunların yerine, ışık olun. Sevgi olun. Huzuru koruyan olun. Sabah kalktığında gece boyunca başını özenle taşıyan yastığı takdir eden olun. Duşunuzdaki suyu ve sabunu sevin. Kahvaltınızı sevin. Yuvanıza şükredin. Ailenize şükredin. Köpeğinizi sevin. Çocuklarınızı övün. Partnerlerinizi takdir edin. Sonra dua edin sevgililer, tüm insan kalplerin canlanıp yükselmesi için. Acı içinde olanların acılarının dinmesi için. Korku içinde olanların Yaratan’ın sevgisini hissetmesi için. Huzurda olmanız için dua edin.”

Sağlıcakla sevgide kalın…


Gözlemci

Bazen sadece kendini dinlememek, sadece gözlemlemek için yazarsın. Bırakırsın aksın zihnindekiler. Aksın ki onun altında, daha içlerde, daha derinlerde olanı gözlemlemeye de alan açılsın. Üstte dalgalanan ve senin bakış açını buğulaştıran düşüncelere dokunmayı ve incelemeyi bırakasın. 

Maymun zihni dediğimiz ve düşüncelerin akışının hızında daldan dala atlayan, gelen düşünceye tutunup ona derinlemesine dalarken bir diğer gelen düşünceye atlayan bir zihin halindeyiz genelde. Halbuki keşke bir de o dalı tutmasak, gelen o yeni düşünceye atlamasak. Bıraksak düşünce düşse yere, kendi kendine eriyip yok olsa. Ta ki bir sonraki gelene kadar. İnan bana, eninde sonunda bir sonraki düşünce gelecek… biz bir insanız. Yaradılışımız zihnimizin ve ruhumuzun uyumunu sağlamak üzere kurgulanmış.

Belki de yaşam dediğimiz bu yolculuğun ana amacı düşünceler ve içsel sessizlik arasındaki dengeyi arayışımız.

İşte bu zihnin oyununu ve belki de var oluş sebebini idrak ettiğimizde, elimizden geldiğince, düşüncelere tutunmayı bırakıp, o içinden geçmekte olduğumuz panik, endişe ve kurgudan çıkmaya niyet edebiliriz… işte o zaman tekrar dingin bir nefes alma, düşüncelerin akışından bir es alma farkındalığına gelebiliriz. Niyetimiz, iki düşünce arasındaki zamanı esnetmeye başlamak. Zamanın yavaşladığı o esnada da mümkünse gözlemci konumunda kendimizi izlemeye alan açmak. 

Zihnimizdeki düşünceler arasındaki zamanın esnemesi gerçek manada ne zaman oluyor biliyor musunuz? Şimdi! Anda anında! Ancak ana geldiğimizde zihnimizdeki düşüncelerin sesi kısılmaya başlıyor. Bedenimiz, zihnimiz ve ruhumuz ahenk içinde oluyor. Tüm varlığımız, dikkatimiz ve niyetimiz anda var olmaya ve yaptığımız her ne ise ona odaklanmaya başlıyor. Nefesimiz dengeleniyor. 

Ben bu hissi  kendi naçizane yaşamımda ne zaman hissettiğimi düşündüğümde aklıma şu tecrübeler geliyor;

Yoga yaparken veya fiziksel bir zorluğun içinden geçerken; bedenimin sınırlarını esnetirken zihnimin ve bedenimin anda olduğu zamanlarda. Meditasyon ve / veya nefes esnasında. Küçük bir çocukla ya da bebekle vakit geçirirken. Ve kimi zamanda yemek yaparken. 

Bir başka anda kaldığımı gözlemlediğim anlar ise değer katmak üzere aldığım sorumluluklar esnasında yaşama geçiyor. Mesela Oy ve Ötesi’nde gönüllü olduğumda herseyini hakkaniyetli bir şekilde ilerlemesine gösterdiğim özen esnasında yüzde yüzümle andaydım. Art of Living Ashram’ında seva (hizmet) yaparken ya da sessizlik esnasında simültane tercümanlık yaparken tamamen bir kanaldım. Veya bir kuruma / topluluğa değer katmak üzere sahne aldığımda bütüne değer katması ümidimle içimden sözlenleri aktarmaya özen gösterirken şimdi buradayım. 

Ana geri gelmek ve gözlemciyi uyandırmak için kullandığım ana aracım ise yazı yazmak. Panik atak geçirdiğim dönemlerde en aktif kullandığım aracımdı yazı yazmak. Hissin içinde kaybolmaya başladığım, benden öte düşüncelerin içine düşmeye başladığım anda bilgisayarı / kalemi ve kağıdı alıp yazmaya başlıyordum. İçimden geçenleri, zihnimde uyananları yazmaya başladığım anda bir süre sonra kendimi düşünceden düşünceye atlamayı bırakmış kendimi izlerken buluyordum. Gözlem esnasında fark ettim ki; bir panik atağı bedeninde yaşayan vardı, bir bunu yazmaya niyet etmiş bir bilinç vardı ve bir de bu ikisinden de öte yazanı ve yaşayanı izleyen bir ben vardı. Ve bir zaman sonra yazan da gözleyeni sözlendirmeye başladı. Gözlemci konumundan yaşadıklarına anlam veren tarafım kalemi aldı da diyebiliriz belki de. Böylece düşüncelerin arasında kaybolup, bedenimde endişeyi hissetmektense zihnimi ana yazarak getirebileceğimi keşfettim. 

Aslında, bloguma başlama dönemim de işte tam bu zamanlara denk gelir. Seslendirme ihtiyacımı kaleme dökmeye başladığım zamanlar. İçimde sözlenenleri aktarma ihtiyacı duymaya başladığım zamanlar. Yazı benim ilacım oldu. Kendime kavuşma yolculuğumda, yaşam amacım olan ifade ihtiyacımı gidermeme şifa oldu. Kelimeler nedense hep daha keyifte aktı yazarken, kendimi kendime daha net ifade ederken buldum. Ve akabinde de duyulmaya başladım sanırım. İşte buna minnettarım.

Hepimiz gibi benimde duyulmaya, görülmeye ve sevilmeye ihtiyacım vardı. Ve bunlar kanımca, insan hikayemizin en temel ihtiyaçları. 

Kendimizi gözlemleyelim ki bu bedene üflenmiş bu ruhun bu kutsal yaşamda, bu cennet dünyada ne değer katmaya gelmiş onu da hissetmeye ve icra etmeye başlayabilelim. Kısacık bir yaşam var önümüzde ve bidiğimiz bir şey var ki, hepimiz bir gün bu boyuttaki yaşama veda edeceğiz. İşte bence, doğum ile ölüm arasında aldığımız nefeslerin kıymetinin farkında, hakkını vererek yaşamak en ulvi görevimiz. Yaşamı tecrübe eden bu bedenin, bu hikayenin içine düşmüş ruhun gözlemci konumuna çıkabilmek. Yaşamı ve kendimizi gözlemleyerek, öğretilenlerin, zihnimizin ötesinde kendimizle irtibata geçebilmek. 

Ha baktık susturamıyoruz mu o sesleri? Zihnimizden geçen düşünceleri, endişeleri bırakalım bulutlar gibi aksın gitsinler. İzleyelim onları. “Bugün böyle” diyebilelim. “Bugün yorgunum ve zihnimin kargaşasısının tam ortasındayım.” Ve buna da peki. Bu da güzel. Kendime ve yaşama dair görmem gereken ne varsa görmeye, kabul etmeye, sevmeye ve dönüştürmeye hazırım. Nefesimde kalarak, kalemime kağıdıma sarılarak kendimi izlemeye alan açabilirim. 

Ve yarın… işte yarın, yepyeni bir gün. Yepyeni bir frekans. Yepyeni bir ben. Sadece bugün, şimdi burada, anda anında bu böyle… içinde olduğum ruh halimi bir sonraki ana çekip çekmemek bana kalmış. Yarının bugünden farklı yepyeni bir gün deneyimi olması sadece benim bakış açıma bağlı… 

Sadece bugün böyle. Tutunma, bırak. Bugünle beraber akıp gitsin an’a ait edişelerin, korkuların, içsel çelişkin.


Integrity

Integrity dilimizde “tamamlanırlık, bütünlük yada onurluluk, dürüstlük” olarak tanımlanmakta. Ama gerçek anlamına inersek “kendine dürüst bir şekilde yaşamak” ta diyebiliriz. Kimse sana bakmazken yaptıkların ve oluş halin diye de ifade edebiliriz.

Dışarıda kendini ifade etmeye niyet ettiğin erdemli duruşunu, yaşama nezaketini ve hassasiyetini yalnızken, hiçbir göz sana bakmazken de uygulayabiliyor musun?

Sözün, duruşun, niyetin, hareketlerin yaşamın her alanında bir mi?

Net, dengede, dürüst ve alçakgönüllü müsün?

İşte aslında integrity bu. Tamamlanmış ve bütün olmak. İçindeki her parçayı görmüş, kabul etmiş ve dönüşmesine izin vermiş olmak. Kendine dürüst bir şekilde yaşamak.

Joint Idea ile yollarım kesiştiğinden beri tek net durduğum bir duruş var. Yazılarımızda, sözlerimizde, iletişimimizde hep sevgi lisanı kullanmak ve kurban lisanına alan açmamak. Kimileri tarafından yargılandım belki de. Kelimelerimiz çok ezoterik, güncellikten uzak ve hayalperest geldi belki. Tek niyeti “başka bir dünya mümkün”ü fısıldamak olan bizlerin geleneksel yaklaşımla ve korku kelimeleri ile seslenmemizin beklenmesi mümkün değil kanımca. Kendi bütünlüğünü yakalamaya niyet etmiş bizlerin inandığımız dünyanın lisanı dışında hitap etmemiz “integrity” kavramı ile ters düşmekte.

İşte bu yüzden bazı kelimeleri özenle dönüştürmeye niyetim. Kendime doğru ve dürüst bir yaşam arzumdan. İnsanlığımız için daha üst kalibre bir yaşam tasarlanabileceğine dair ümidimden. Kendi kabımı genişletmeye niyetim, dönüşümün kendi olmamız gerektiğini bilmemden. Ve işte bu yüzden sözlerime özenim. Dönüşümün kelimelerle, sözlerle başlayacağına inancımdan.

Hadi bugün, sadece bir gün niyet edin. Ağzınızdan kelimeler çıkmadan bir nefes alın ve şu üç süzgeçten geçirin kelimelerinizi;

Doğru mu?

Gerekli mi?

Nezaketli mi?

Sadece bir gün ağzımızdan çıkacak olan kelimelerin frekansına özen gösterelim. Kelimeler sözlenmek mi istiyor ya da sadece düşüncesizce, tepkisel mi geliyor? Evet, asıl olan düşüncelerin akış kaynağını iyileştirmek. Ve fakat, yine de, tercih edip sözlendirmeye geçersek zihnimizi de eğitmeye başlayacağımız kanısındayım. Dudaklarımızın arasından çıkmaya niyet eden o ses nereden geliyor? Zihnimizden mi, öfkemizden mi, yargısal bakış açımızdan mı? Söylemek istediklerimiz doğru mu? Hadi doğru diyelim, gerçekten gerekli mi? Unutma! Ağzından çıkan her ses bir frekans! Ve zaman içinde sende o frekans olmaya başlıyorsun. Başkasına söylediğin o sert, yargısal kelimeler olmaya başlıyorsun. Değer mi kendi akışını ve frekansını kirletmeye? Gerçekten gerekli mi? Hadi doğru ve gerekli diyelim. Son bir süzgece tabi tut bir de… kelimeler nezaket, şefkat ve anlayış barındırıyor mu? İşte o zaman müsaade et sözlensin kelimelerin.

Kelimelerimizi dönüştürürsek zihnimizi dönüştürebiliriz. O çok sesli koro bize hükmetmeyi bırakır, seçen biz oluruz. Yaşamımızı tercihlerimizle şekillendirmeye başlarken dünyada görmeyi ümit ettiğimiz değişimi kendi bedenimizde yaşama geçirmeye başlarız. Ve belki de bizlere sunulmuş bu yaşamı onurlandırmış oluruz. Integrity’de bu değil mi; onurluluk ve dürüstlük. Bu beden içinde, şimdi burada, bizlere bahşedilen hayatı onurlandırmak, hakkını vermek, kendimize dürüst bir şekilde yaşamak.

Hadi gelin bugün, sadece bir gün kelimelerimize özen gösterelim… bakalım sözlerimizle anda anında yaşamımızda neler dönüşmeye başlacak.


The Great wave

İş ve yaşam algımızın birbirinden derin çizgilerle ayrıldığı bir dünyaya doğdum ben. Başarı kavramının maddi kazançla ölçüldüğü, iş kavramının ise maddi kazanç sağlamak için icra edildiği bir dünyaya doğdum. Hiçbir zaman için sormadık kendimize, ben bu dünyaya kendi biricik özelliklerimle ne değer katabilirim diye. İnsanlığımız için dikte edilen bu oyunu oynamayı bırakıp, değer kavramını dönüştürerek, yepyeni bir gerçeklik tasarlayabilir miyiz diye.  

İş seçerken ilk motivasyon kaynağımız başarılı olup para kazanabileceğimiz bir iş sahibi olmaktı. Bizlere  aktarılmış ve bizlerden beklenen bir yaşam vardı. Okulu bitirip daimi kazanç sağlayabileceğimiz bir işe kapak atacaktık ve ardından da beklenilen ve belki de toplumsal olarak talep edilen adımlar izleyecekti bu yolculuğu. Evlenip, çocuk sahibi olacak ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık. Emekli olana kadar keyif alsak da almasak da mümkünse aynı işte ve aynı firmada çalışacak ve akabinde de sudan çıkmış balık gibi “ben” kavramının ne olduğunu bilmeden emekliliğimizi yaşayıp, yaşama veda edecektik.  

Ve fakat, arada, dünya değişti. Bizler teknolojinin hızlı gelişimi ile yepyeni bir dünyaya uyanırken ve yaratımına onay verirken COVID-19 gibi bir pandemi eşliğinde gerçek değerlerimize uyanmaya başladık.

Teknoloji ile hepimiz birbirimize yaklaşırken bir o kadar da ayrıştırıldık. Gelişen tıbbın etkisi ile yaşamlar uzarken, neyi niye yaptığımızı daha sık sorgular hale geldik. Kadim bilgilerin yüzyıllar boyunca sunduğu araçlar hepimiz tarafından bir click ile ulaşılabilir oldu.Kendi iç sesimize daldıkça, bizlere dikte edilen yaşamın sorgusuz sualsiz yaşanmasının mümkün olmadığına uyanmaya başladık adım adım. Yaşamın kısalığının farkındalığı ile bırakacağımız el izinin kıymetine uyandık belki de. Bir tanecikliğimizin farkına varmaya başladık. Bu dünyanın gidişatına, insanlığımızın bir sonraki evresine nasıl değer katacağımızı sorgulamaya başladık. Ve sorgulayanlar, başka bir dünya mümkün ütopyasına inananlar, birbirine çekilmeye başladı. Birbirinden kıymetli sosyal kabileler birleşmeye, gerçek işbirliği kavramını tanımlamaya ve hayata geçirmeye başladı.

House of Beautiful Business bu sosyal kabilelerden biri işte. Benim için ise, dünyanın keşmekeşinden, günlük hızdan, belki de bilgi kirliliğinden uzaklaşmak için sığındığım sımsıcak bir yuva. 4 senedir yolculuklarına eşlik ettiğim bu sosyal kabileden beslenirken değer katmak ise öylesine kıymetli ki. Diliyorum ki bana dokunan bu ekosistemlerden siz sevdiklerim, kıymet verdiklerim de faydalanabilin. Başka bir dünya mümkün, biliyorum, hissediyorum ve tercih ettiğim yolda her gün buna inanan ve niyet eden başka ruhlarla kesişiyor yolum.

Bizler, hepimiz, doğanın bir parçasıyız ve nihayetinde bir frekansız, enerjiyiz aslında. Ve istesek de istemesek de sosyal kabilemiz diye nitelendirdiğimiz insanların frekansı ile ahenk içinde olmaya başlıyoruz zaman içinde. Ümitte kalmak, kendi enerji alanımızla dünyaya değer katmak istiyorsak kurban psikolojisinin ötesinde işleyen ekosistemlerin bir parçası olmamız ve bir’likte üretimde olmamız ise kaçınılmaz.

COVID-19’un güzelliği ise bizlere böylesine sosyal kabilelere ve bilgilere evimizin rahatlığında ulaşma imkanı sunuyor. Gönül istese de maddi, manevi, yaşamsal bazı zorunluluklar ve kısıtlamalar neticesinde seyahat edip, tecrübe edemediğimiz bu organizasyonlara dahil olma ve ilham alma imkanı sağlıyor. Gelişmemek, öğrenmemek ve yaşama farklı bir açıdan bakma olasılığını göz ardı etmek için hiçbir sebebimiz yok artık. Ve açıkçası… lüksümüz de yok.

Kendi vazgeçmişliğimizi ve inançsızlığımızı dönüştürme zamanı ŞİMDİ!

Bu sene House of Beautiful Business ilk defa 3 gün online olarak gerçekliyor. 16-19 Ekim tarihlerinde bu yuvanın kapıları dünya çapında dahil olmak isteyen herkese açılıyor. Ana etkinliğin yanı sıra 35 ülkede lokal hublar ile iş yaşamının güzelleştirilebileceğine inanan ve araştıran kalpler bir araya gelecek. Biz, Joint Idea olarak, bu sene de Istanbul’daki gerçekleştirilecek olan hubın tekrar ev sahipliğini yapmaktan gurur duyuyoruz. Tüm festival dahilinde 18 Ekim Pazar günü, baharın son günlerini yaşarken, Bomonti Ada’da sizleri bekliyor olacağız. 10 tane kıymetli konuşmacı eşliğinde ben kavramının biz kavramına dönüşüne ve üstel teknolojilerin bir’lik bilincine nasıl hizmet edebileceğine dair alan tutuyor olacağız. Pandemi sebebi ile bu fiziksel birlikteliğimizde kısıtlı sayıda izleyici kabul edebiliyoruz. Bu sebeple Great Wave’e biletinizi alırken bizlere sosyal kabilelerimize ulaştırmak için sunulan %25’lik indirim kodunuz için şifremiz “SPLASH_ISTANBUL”u girmeyi unutmayın. 18 Ekim’deki bu birlikteliğimizde yerinizi ayırmanızı gönülden tavsiye ederim.

İçinizde hissettiğinizi biliyorum…. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bizler yepyeni bir varlığa dönüşmekteyiz ve yaratımlarımızın da aynı hızda ve derinlikte dönüşmesi de kaçınılmaz. Ütopya mümkün, evet. Ve fakat, hep beraber niyet edersek yaşama geçirebileceğimiz de kanıksanamaz. Hadi gelin… adım adım dokunarak, dokuyarak, dönüştürerek insanlığımızın bir sonraki evresini beraber tanımlayalım, değer katalım.

House of Beautiful Business’ın bu seneki organizasyonu Great Wave’e katılmadan ana programa göz atmanızı öneririm…. Bu birbirinden kıymetli konuşmacı ve konuların sizleri heyecanlandıracağına eminim. Istanbul’daki etkinliğimiz “Trancendance” ‘da ise sizleri aramızda görmek için sabırsızlanıyorum…

Görüşmek ve kavuşmak dileklerimle…

Sağlıcakla hep sevgide kalın!


Neowise

Scroll down for English version

Son bir aydır doğanın iyileştirici enerjisini her an damarlarımda hissettiğim vahamdan sesleniyorum bugün size.

Her gün sabah erkenden cırcır böceklerinin ve doğanın uyanışının sesleri ile kalkıp köpeğimi bostanların arasında yürüyüşe çıkartıyorum. Onu izledikçe içimde yepyeni bir zeka uyanıyor. Köpeklerin bebeklerle olan benzerliği, her gördüğü yeni şeye dair duydukları heyecan ve yaşama dair içlerinde uyanan merak bana ilham veriyor. Ardından sabahın erken saatlerinde göl gibi berrak denizimize atlıyorum. Birbirine fısıltıyla “gün-aydın” diyen, çocukluğuma tanıklık etmiş büyüklerimi izliyorum. Sabah ritüellerine olan sadakatleri ile şifa niyetine denize girişlerine, şehrin keşmekeşinden uzak huzur içinde var oluşlarına tanıklık ediyorum. Tavukların altından taptaze soframıza gelmiş yumurtalarımızın, bostanlardan toplanmış domateslerimizin keyfi ile güne başlıyorum. Bu topraklarda bedenime gösterdiğim saygı beni çok mutlu ediyor. Yaşamının en güzel versiyonunu yaşadığını hissediyorum. Bugün, anda anında.  

Günler sakin bir rutin içinde akıyor. Şehirdeki yaşamdan farklı olarak burada program yok, yetişmen gereken hiçbir şey yok. Uyanıyorsun ve yaşamın akışına bırakıyorsun kendini. Toplantılarımız ve işlerimiz baki olmakla beraber onlara bakış açımız bile dönüşüyor bu sakinlik içerisinde. Teslimiyet hakim yüreğimde. Gidenler hayırlısı ile gidiyor, dönüşen hikayeler yeni yollara vesile oluyor. Bazı yüreklerde uyanan (ki bu yürek kimi zamanda benim yüreğim oluyor) çelişkilerin yüksek bilinçle hızlıca çözülüp dönüşmesine tanıklık ediyorum. Etrafımda yol arkadaşım dediğim sevdiklerimin eşliğinde büyüyorum, anlamlandırıyorum, kabule geçiyorum.

Akşamları ise en sevdiğim ritüel olan yıldızları izlemeye çıkıyoruz. Yerleşimin doğaya saygılı olduğu bu topraklarda, akşam şehir ışıklarının yokluğunda, gökyüzü bizlere kendi yüceliğini sunuyor. Uçan uydular, takım yıldızları, kayan yıldızlar ve şimdi de kuyruklu yıldız Neowise bizlere gökyüzünde eşlik ediyor. Her akşam yapmakta olduğumuz bu ritüel içimde bir farkındalık uyandırıyor adeta. “Beni her akşam görebilseydiniz kabınızı anımsardınız” dercesine fısıldıyor.

Şehirlerde yaşamımızda belki de en eksik olan şey gece yıldızları hissedemiyor ve göremiyor oluşumuz. Yıldızları izledikçe bir küre üstünde yaşayan tek bir insan ırkı olduğumuzu, tüm yaradılış içinde ne kadar küçük olduğumuzu anımsıyorum. Sorun dediklerimiz eriyip yok oluyor. Ben dediğimiz görkemli egomuz kabına geri giriyor. Ülkeler arasına insan eli çizilmiş sınırlar yok oluyor, aynı gök kafesin altında yaşayan dünyalılar olduğumuzu anımsatıyor. Ve belki de diyor yüreğim… belki de hepimiz her akşam gök yüzüne bakabilsek, yıldızların altında bu dünya üstündeki varlığımızı kutlayabilsek, bedenimizin ötesinde açlıkla kükreyerek ilgi isteyen egomuza seslenebilsek…

“Sen bana hizmet etmek üzere varsın, ben sana değil. Ben senden ötesiyim. Ben yaratanın ve evrenin bir parçasıyım.”

Ve yaşamda sözlerimize, kendimize, toplumlarımıza, iş yapış şekillerimize, sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz kalıplarımıza evrensel bir bilgelikle bakabilsek. İşte belki o zaman Ütopya’yı yeniden yenide tanımlama ve yaşama geçirme imkanımız olur gibime geliyor, hep beraber.

Bugün neredesiniz bilemiyorum ama her nerede olursanız olun, eminim azıcık şehir dışına çıkma imkanınız olacaktır. Çıkın o çok değer verdiğimiz sistemlerin dışına ve insanlığımızı anımsak adına gözlerinizi göğe çevirin, onun görkemi altında susturun sorunlarınızı içsel teyit eden sesinizi. Ve bugün yaşamda olmanın keyfi ile, nefes aldıkça dönüştürebileceğimiz insanlığımıza olan Tanrısal inançla gök yüzüne bakın. Ve eğer içinizde uyanırsa bırakın sözlesin o tek kelime … şükür. İşte ancak o noktadan sonra yaşamda dönüşmesini istediklerimizi daha net görebilecek ve onları dönüştürebilecek gücü kendimizde bulabiliriz.

Şükür

English Version

Today, I am reaching out to you from my oasis. From a land where I have been feeling the healing energy of the nature in my veins for the past month. Every day, I wake up early in the morning with the sound of the crickets and nature’s transition to awakening. I take my dog ​​for a walk amongst the fields. As I watch her, a whole new intelligence awakens within me. Her excitement, curiosity and joy resemble those of the babies, our purest form. Then, I jump into our crystal-clear sea. I watch those who have witnessed my childhood whisper good mornings to each other. I observe their loyalty to this morning ritual, soaking in the healing power of the sea and being present within their bodies, far away from the chaos of the city. I start my days with the pleasure of eating freshly laid eggs, tomatoes collected from the farms. The respect I display for my body in this land makes me very happy. I feel that I am experiencing the best version of me now. Today.

Days flow in a calm routine. Unlike the city life, there are no programs here, there is nothing I need to catch up with. I wake up and surrender to the flow of life. Even though our meetings and work remain, our perspective is calmer. The feeling of surrender is dominant in my heart. I let go of those who do not serve and transform our story to the new paths that are being reveled. I witness the agitations that rise within our hearts (sometimes in mine, sometimes in others) are being resolved quickly with higher consciousness. I am growing, evolving, transforming to a new me in company of my tribe, my consciously chosen partners in life.  

The evenings are reserved for my favorite ritual; stargazing. In these lands where settlements are designed respectfully to nature, the sky displays its glory in the absence of the evening city lights. Flying satellites, constellations, shooting stars and now comet Neowise accompany us in the sky. This ritual, which we perform every evening, started to evoke an awareness within me. I feel it whispering gracefully; “If you could see me every night, you would remember your container.”

Perhaps the most incomplete thing in our city lives is that we cannot feel or see the night sky. As I watch the stars, I recall that we are a single human race living on this globe. One again, I realize how tiny we are within all creation. And suddenly, what we call problems starts to melt away. I call back my magnificent ego back into its container. Human-drawn borders between countries disappear, reminding me that we are earthlings living under the same night sky. I start to wonder, maybe if we can all look at the sky every evening and celebrate our presence on this earth maybe we can control our egos roaring beyond our bodies seeking for attention. Then perhaps we can whisper these words

“You are here to serve me, not me to you. I am beyond you. I am a part of the creator and the universe.”  

May be then we can look at our words, ourselves, our societies, our ways of doing business, and the patterns that we accept without question, with a universal wisdom. Maybe then we will have the opportunity to redefine Utopia and put it into practice.

I don’t know where you are today. But wherever you are, I am sure you will have the opportunity to get out of the city for a while. Get out of those systems that we value very much and turn your eyes to the evening sky to remember our humanity. And under its glory, silence that voice within which constantly confirms the self, of your problems and worries. Gaze at the sky with the pleasure of being alive today, with your belief in our humanity and divinity. Trust that you can transform all as long there is breath within you. And if a feeling arises within you, let it out with a “thank you”. Only after that point can we perceive what we want to transform in life and manifest a new reality.

Gratefulness is the key… a simple thank you for all that is.  


Unutmayalım

Sımsıcak bir iklimden hepinize merhaba.

Yazın gelmesi ile hepimizin içindeki Covid-19 endişelerinin bir nebze azaldığı ve belki de yakın çevremizle yaşamın güzelliklerinin tadına tekrar varmaya niyet ettiğimiz bir dönemdeyiz. Bu kutlama hissi hepimizin gönülden ihtiyaç duyduğu bir his olduğu kanıksanamaz. Ülkemizin doğası ile inanılmaz imkanlar sunduğu bu mevsim hepimiz için keyifle geçsin.

Covid-19 dönemini anlamlandırma aşamasında bütün sevdiklerimden duyduğum ortak bir endişe vardı, bugün sizlerle onu paylaşmak istiyorum. Belki insanlığımıza olan inanç eksikliğinden (ki eski bilinç seviyesinde yaşayan hepimiz bu inancı her daim teyit ettik) Covid-19 döneminde insanlık adına yarattığımız gerçekliğe dair hepimizin duyduğu endişeyi ve dönüştürmek istediklerimizi unutacağımıza dair bir hissiyat var. Haklı da olabilirler. İnsanlık tarihi bizlere defalarca ne kadar unutkan olduğumuzu kanıtladı. Hızlıca adapte olan ve yaşanmışlıkları unutup eski yaşam sistemimize hızlıca geri dönme isteği olan varlıklarız. Bu harika bir şey. Esneklik bugünün insanı için en kıymetli olan özelliklerden biri.

Ve fakat… yaşananlar bizlerin sorumsuz tercihlerimiz yüzünden yaşananlarsa… dünya hepimize bir şekilde, insanlık tarihinde ilk defa, toplu olarak evde oturma ve yaratımlarımıza ve var oluş şeklimize dair düşünmemiz üzere bir alan tanıdıysa… ben bunu unutma ve eskiye geri dönme lüksümüz olduğunu da zannetmiyorum. İnanılmaz bir imkan tanındığını düşünüyorum bizlere.

Yeniden yenide, üst bilinç farkındalığı ile insanlığımızın gidişatını ve yuvamız dediğimiz bu kıymetli küreyi, dünyamızı, dönüştürme anı bugün.

9-6 çalıştığımız ve sadece tüketim ihtiyaçlarımızı gidermek üzere para kazanmak için yaptığımız iş modellerini, öğretilmiş kalıplar doğrultusunda yönetmeye çalıştığımız ilişkilerimizi (başkaları ve her şeyden öte kendimiz ile), içimizdeki bitmek tükenmek bilmeyen açlığımızı gidermek üzere edindiğimiz tüketim alışkanlıklarımızı, yaşamın koşturması içinde özensiz seçtiğimiz tepkisel kelimelerimizi ve yaklaşımımızı, ego’muzun dürtüleri ile yarattığımız gerçekliğimizi, dünyanın ihtiyaçlarından öte kazanç odaklı kurduğumuz iş modellerini, dostlukların ötesinde kurulan çıkar ilişkilerini dönüştürme zamanı şimdi. “Ben” kelimesini “biz” kelimesi ile değiştirme zamanı şimdi!

Ve öğrendiklerimizi unutma lüksümüz yok arkadaşlar. “Oh bitti” deyip eski yaşam şeklimize ve alışkanlıklarımıza dönme lüksümüz de yok. Bugün bizlere evrenin sunduğu bir armağan. Yeniden yenide insanlığımızı tasarlama imkanı sunuluyor bizlere. Ben şahsen yaşam şeklimizin değişmesinin zaruri olmuş olduğunun farkında olarak bizlere sunulmuş ve yaşama “es” verdiğimiz bu zamanı unutmak istemiyorum, unutturmak da istemiyorum. Belki de onun için yazıyorum bugün. Eski kalıplarımıza, tüketim alışkanlıklarımıza, yaşam şeklimize döndüğünüz anda evrenin bizlere yeniden bir zorluk çıkartarak bizleri kendimize getirmek için hazır olduğunu hissediyorum.

Yaratan da bu üstünde yaşadığımız capcanlı varlık olan toprak ana da bizleri cezalandırmak istemiyor, niyeti bizi öldürmek de değil… belki de sadece bir durun ve bakın diyor. Üstel insanlığımızın en büyük aracı olan gözlemci konumumuzu uyandırmak istiyor. Neden sonuç ilişkilerine öğretilenlerin ötesinde bakmamızı istiyor. Yaşam dediğimiz bu yolculukta bütüne ışık tutmamızı ve dönüştürmemizi istiyor. Ve bu süreci kısacası hızlandırmak istiyor. Çok yavaş gelişen, rahatsızlığının içinde rahatlığını yaşayan ruhumuzu biraz sarsmak istiyor.

Tanrının özelliklerinden beden bulmuş varlıklar olarak bu dünyanın bugün geldiği konumdan hepimiz sorumluyuz. Belki de sorumluluğumuzu bizlere geri vermek istiyor, her birimize, tek tek. Ve dönüşüm her birimizin adım adım kendi gerçekliğimize yaklaşmamızla gerçekleşecek. Onu fısıldıyor bizlere sanki, uyanın diyor.

Çok sevdiğim bir hikayeye değinmek istiyorum burada;

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan bir adama rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder.

“Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar. “yaşamaları için”  diye yanıt verir deniz yıldızlarını toplayan adam.

Diğeri bu defa “iyi ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları atmanız neyi değiştirecek ki?” der.

Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi, “bak onun için çok şey değişti” karşılığını verir.

Bu deniz yıldızları bizleriz. Her birimiz. Önce kendimizi dönüştürmeliyiz ki diğer deniz yıldızlarını görebilme erdemi geliştirebilelim içimizde. Önce biz uyanmalıyız yaşam oyununa ki akabinde şefkatle etrafımızda iletişimde olduğumuz herkese minik dokunuşlarla tohumlar atabilelim, tek tek her birini denize geri atabilelim.

Ve asla unutmayalım; o atılan tohumların gelişimi de herkesin kendi yolculuğuna, kendi niyetine bağlı. Zorla güzellik olmaz, biliyorum. Ama bir bildiğim daha var ki, atılan her tohum büyür, yeşerir. Gelişim hızı ise, bireysel olarak onu ne kadar özenle suladığımıza, beslediğimize bağlıdır.

Bizlerin her birinin içine tohumlar atıldı Covid-19 döneminde. Bu tohumları toprağın en dibine itelemek, çürümeye bırakmak ve belki de alıştığımız sistemlere “peki” deyip geri dönmek bizlerin elinde. Ve fakat, aynı zamanda, bu tohumların içimizde yeşermeye ve yeniyi tasarlamaya hazır olduğunu unutmamak da bizlerin elinde. Her eskiye dönmek isteyen içsel sesimizi, algımızı, kalıbımızı kucaklayıp, görüp, bırakmak ve dönüştürmek de bizlerin elinde.

Bizler yaratanın bir parçası olarak onun en erdemli vasıflarına doğuştan sahip olan ve sonradan unutmuş, şekillendirilmiş varlıklarız. Hatırlamak, yeşertmek, dönüştürmek ve yaratmak aynı yaratan gibi bizlerin de elinde. Unutmayalım.

Şimdi tatilin, doğanın, yaşamın, yine dışarıda sevdiklerinizle olmanın keyfini çıkaralım. Yaşamı doya doya içimize çekelim. Ama yaşama geri dönerken içimize dikilmiş olan tohumları da unutmayalım. Özellikle bu içinden geçmekte olduğumuz dolunayda naçizane tavsiyem, tepkisel olmayalım. Susalım biraz. İçimizde kabaran hisler olursa unutmayalım. İçimizde kabaran hisler bizim tek kontrol edebileceğimiz. Kimin, hangi sohbetin, hangi olayın içimizi kabarttığı ve yaramıza bastığı bizim yetki alanımızda değil. Karşımıza çıkıp bizleri rahatsız eden insanların ve olayların bizlere ayna tutmak için geldiğini unutmayalım. Cennet ve cehennemin bu dünyada, bu bedenin içinde tecrübe edildiğini hatırlayalım. Bizim olaylara yaklaşımımız bireysel yaşam algımızdan kaynaklanır. Gelen bizleri geliştirmek, daha büyük bir varlık olmamıza vesile olmak için gelir. Rahatsızlık hissettiren bir kişi ve/veya olay varsa tepki vermeden önce içimize bakalım. İçimizdeki rahatsızlığın gözlerinin içine bakalım. O kırılgan varlığımızı kucaklayalım. Gelene tepkisel olmayı bıraktığımızda onu dönüştürme imkanımız da yaşam bulmaya başlıyor.

Duralım, susalım, gözlemleyelim, dönüştürelim.

Ve yaşamı kutlayalım. Bugün, anda anında.