Yoğun başladı bu haftam; tatilden dönüş hep ruhen yoğun oluyor benim için. Hele ki kayak tatilinden dönüş daha bir sarsıyor beni.
Snowboardun üzerinde olduğumda, her günüm öylesine dolu ve doyurucu geçiyor ki… Sabah erken kalkıyoruz, sağlıklı bir kahvaltı ardından dostlarla kayarak, keyifli sohbetler ederek geçen saatler sonrasında, fiziksel olarak aktif olmanın verdiği rahatlıkla öğlen yemeğine oturuyoruz. Ve tekrar board’unu takıp pistlere atıyorsun kendini, birde hava güzel ve güneşliyse, ve de yakın tarihte kar yağdıysa, pistler powder snow olarak tanımlanan, board’cuların cok sevdiği yumuşacık bol kar ile kaplıysa… İşte o tatil inanılmaz keyifli olmaya başlıyor o zaman. Sabah erken kalkıyor, fiziksel yorgunluk ve bol oksijenin etkisi ile akşam yine erkenden yatıyorsun yatağa, doğanın ritmine ayak uyduruyorsun bir nevi. Bütün gün fiziksel bir aktivite yapmış olmak günün çoğunluğunda an’da tutmuş seni, beynini susturmuş bir nebze… İşte fark etmediğin huzurun, bu tatili ayrıcalıklı kılan hissin kaynağı da bu aslında.
Pazar akşamı gece yarısıydı eve vardığımızda. Yoğun geçen ilk iş günün akşamında ise vermem gereken bir yoga dersim vardı. Hayat ve yoga bu işte… Sana nefes almak için vakit tanımıyor bazen, öğretilerini hazır olduğun o anda sana sunmak üzere sabırla bekliyor.
O akşam stüdyoya gittiğimde ögrendim ki çok sevdiğim ve saygı duyduğum öğretmenlerimden biri benim dersime izleyici olarak girecekmiş. Ruhumdaki paniği ve heyecanı anlatmam mümkün değil sizlere… Dersteki varlığı bana kendimle ilgili çözdüm sandığım şemalarımı, korkularımı gösterdi bir kez daha. Dersin içinde kaybolmuş, kendimi tam anlamlıyla ortaya koyamamış, asanaların arkasına saklanmıştım… Tüm bu yüzleşmeler beni öylesine sarsmıştı ki, dersten sonra yürümekte olduğum yolu, kararlarımı, kendimi sorgulamaya başladım. Tamam, evet, çok kalabalık bir dersti ve yeni başlayanların sayısının çokluğu beni şaşkına çevirmişti. Ama, zaten, o sahnede yer almamın da amacı bu değilmiydi… hayat o an ne sunarsa ona hazır olmak ve içimdekini sunmak…
Neticede, o dersi izleyen birkaç gün kararlarımı sorgulamakla geçti. Geçirmiş oldugum rahatsızlık nedeni ile egzersizlerimden uzak kalmış olduğum bu dönem sonunda yoga yolculuğumu sorgularken buldum bu hafta kendimi.
Çarşamba günü çok değerli eğitmen arkadaşlarımdan Yiğit’in özel bir workshopa başlayacağını haber verdi bir arkadaşım. Açıkcası, onunla bu yolculuğa çıkmayı uzun zamandır arzu ediyordum ancak rahatsızlığımı ve tedavi sürecinin belirsizliğini mazeret göstererek sanırım uzatmaya çalışıyordum bu süreci. Aslında korkuyordum ve bunu da biliyordum.
Çalışmaları çok güçlüydü, başka arkadaşlarımla devam ettirdiği çalışmalardan onları nasıl sınırlarını esnetmek üzere teşvik etmekte olduğunu izliyordum. Ama kendi sınırlarımı fiziksel olarak bu derece esnetmek konusuda kararsızdım, belki de ümitsizdim. 40 yaşını gecmiş bir kadın olarak öğretmenliğe soyunmuş olabilirdim ama benim bu yaştan sonra yapabileceğim, çıkarabileceğim hareketler de kısıtlıydı kanımca. Bu yaşa kadar taşımış olduğum korkularımdı beni kısıtlayan, bunun da farkındaydım, ama farkında olmadığım bu korkularımı, sınırlarımı bu hayatta esnetebileceğim, aşabileceğim gerçeğiydi.
İnsan kendisini bu kadar küçümseyebilir mi? Evet, bu yolda devam ediyor olmasına rağmen, kendini bu derece kandırmayı başarabiliyor insan işte. Ama bu hafta zorlayıcı olduğu kadar büyülü bir haftaymış meğersem. Kafamdaki tüm mazeretleri bir tarafa bırakıp hayata inanmayı seçtim ben yine. Önüme çıkan herşey ben istediğim, hazır olduğum için çıkıyordu, beni genişletmek, büyütmek için çıkıyordu… Ve şimdi de bu workshop vardı önümde. İlk aşaması 1 aylık bir süreçti. En azından şimdilik, tedavi sürecimin başlamasına en az bir ayım daha vardı. Sonrasını bilmiyordum ama şu önümdeki bir ay benimdi, ve elimde sadece bugün vardı.
Yiğit’e kendisine katılmak istediğime dair mesaj gönderdim, “tek şartım var ama” dedi “tam teslimiyet istiyorum.” İşte en çok korktuğum o olgu yine önüme çıkıvermişti yine. Ne derse yapacaktım, beynim beni durdurmak istese de ben sürece teslim olup, bedenimin bilgisine inanıp, yapacaktım. Uffff, beynim ne çok korktu benim Yiğit’e attığım mesaji gördüğünde; “tamam” dedim “hazırım, tamamen teslim olacağım”.
Verdiğim karara rağmen, sorular, sorgulamalar peşimi bırakmıyordu. Perşembe akşamı Ayben’in dersini sub edecektim ama hiç gitmek istemiyordum. Pazartesi günü olan düşüşümden sonra kendimle yüzleşmek istemiyordum…
Çarşamba akşamı Chris’in dersine katıldım ve sanki ruhumdaki sorgulamaları duyarcasına seslenmişti yine bana; her gün, ne olursa olsun, ayağa kalk ve elinden gelenin en iyisini sun hayata…
Önümde hiç vermek istemediğim bu sub dersi vardı. Perşembe akşamı kızımı yatırdıktan sonra, içimdeki hevessizliğe rağmen, ayağa kalktım, giyindim ve dersimi vermeye gittim; kafamda, kalbimde sorularla, korkularla…
Sınıfın önünde yerimi aldığımda ise tekrar hatırladım aniden, bu benim yolculuğumdu ve yoga ise benim aracımdı… Bana gösterdikleri ve öğrettikleri paha biçilmezdi ve ben bunları paylaşma imkanına sahip olduğum için çok şanslıydım.
Sanki Pazartesi ve Perşembe derslerini veren aynı kişi değildi …. Niye ders verdiğimi anımsatırcasına büyülü bir ders oldu.
Yoga dersleri benim ilacım ve ben eğitmen olmanın yanı sıra öğrenciyim o sahnede. Onlara akan sözlerim benim kendi ilacım, dersin bana gösterdikleri benim kendime öğretim. Ve öylesine büyülü bir süreç ki ders verdiğim an. Öğrencilerin karşısına oturduğum o an ile savasana’ya yatırdığım an arasında adeta zaman duruyor. Ben öylesine andayım ve oradayım ki… Konuşan ben değilim sanki, egoları ve korkuları olan o benlik kendini içinde yaşayan o gerçek “ben”e bırakıyor sahneyi. Böylesine anda kaldığım bu süreçte, beynimi dinleme şansım yok çünkü… İçimdekini akıtmak dışında bir şansım yok… Ve benim öğretmenim de o içimdeki “ben”… Ders vermek ise onu duymak üzere sunulmuş araçlardan biri.
Ve bu Perşembe, ders bittiğinde, dersin başındaki ile dersin sonundaki Eda aynı değildi… Ruh hali aynı değildi. Böylesine şanslıyım ben, öğretmenim hep benimle, benim içimde.
Cuma sabahı erkenden kalktım ve hayata teslim olmuş halde Yiğit ile calışmaya gittim. 2,5 saat süren dersin sonunda, sadece bir ders sonunda, korkularımı, önyargılarımı yıkarmışcasına sınırlarımı esnetmem için araç oldu Yiğit’in teşvik dolu sözleri, duruşu, eğitmenliği… Teslim olmuştum bir kere ve geri dönüş yoktu…sadece bir ders içinde fiziksel ve zihinsel kendime koyduğum sınırları esnetmeye başlamıştım bile, çünkü hazırdım… O hafta hazırlamıştı beni o derse, belki de yaşanmış 41 sene beni o ana hazırlamıştı…
Bugün içinde olduğun ruh halin, geldiğin seviye, başa çıkmakta olduğun olayların hepsi seni bir adım ileriye taşımak için var hayatında… Olan herşeye teslim olur, içindeki o ışığa, bedenine, ruhuna güvenirsen… Ve bir de nefesine odaklanıp, beynini bir nebze susturacak bir araç bulabilirsen eğer… İşte tüm hayatının bir öğretmen ve seninde bir ögrenci olduğunu algılıyorsun o noktada. Minnettarım bu seçmiş olduğum hayata, yaşadıklarıma, kendime ve yaradılışın ardındaki bilgiye…