Next phase of my life

I know that sometimes it may feel like I am exaggerating the amount of conversations that I have regarding the concepts of awakening, yoga, and being aware. Sometimes, I get so lost in the feeling of love that it becomes my only reality, so tangible that there is nothing I can do but share it from the bottom of my heart. That reality surrounds every corner of my body and thus I become overly passionate about it. And I know that sometimes, for some people, especially for those who are very close to me, it becomes unbearable and excessive. As I understand their point of view, I am doing everything within my power to neutralize this fire within me to keep my relationships safe and sound with them.

But I also want you to know that this is my reality and there is nothing I can do but fulfill it. If otherwise, I would be sacrificing from experiencing my true sense. This state, this mind set is where I feel totally free, where I am totally ME. This feeling is what I live for. And in turn, if I could touch and/or inspire even only one single soul, I know that they will pay it forward. One good deed, one selfless action, one heart to heart connection will pay itself forward and this will cause a ripple effect. I will not only be touching that one single individual but also to those many others whom they also touch in return.

You see… I believe in that one single starfish swept by the sea to the shore. That one single life I might touch, even for a second, is more than enough for me. So, yes, although it may annoy you from time to time, the possibility that someone might hear what I have to offer at that moment in time is exactly what I live for. As long as that possibility exists and is a valid reality to me… I will keep on my journey on this path. Who knows may be I might be able to shed a light on your day one day too.

And this is why, today, I am considering continuing my yoga education, planning to attend the next 300 hours of teachers training course I have taken. I choose to live life fully and listen to that tiny voice rising from within my core, from my soul. And I am so looking forward to this next chapter of my journey.

Today, this is my reality and I tend to seize it. What I might choose to do with all this, weather I really will be a teacher in the future someday is something that I will know when I know it. Not before, not after. So, today, I choose to see it through and listen to my heart like there is no tomorrow. Because, as far as I know, NOW is all that we have, we should seize it fully!

And to my loved ones, I know that I could be quite handful sometimes but know that I love you and I am ever so grateful for your support and understanding of this path that I have chosen. Thank you 🙂


Bazen iyileşme acıda saklıdır

“Sometimes the healing is in the aching” (Bazen iyileşme acıda saklıdır) bu yazıyı gördüğüm anda bir sonraki yazımın konusunun bu olması gerektiğini içimde hissettim. Son zamanlarda evren bana gerekli olan sözleri, insanları, olayları kendiliğinden önüme çıkarıyor, bana ise sadece onların farkına varmak kalıyor. Akışta olduğum bir dönemdeyim diyebilirim, gelen her şeyi heves ve sevgi ile hayatıma kabul ediyorum ve izliyorum.
Ruhani arayışım esnasında çok güzel bilgilerle ve insanlarla karşılaştım. Bu sözü görünce, Art of Living’deki eğitmenim Nathalie’nin anlattığı bir hikâye geldi aklıma aniden. Sevdiği bir öğrencisinin ne kadar acı çektiğinden ve değer verdiği bu insanın acısını hafifletecek hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusundan, bunun ona verdiği çaresizlikten yakındığı bir noktada Art of Living’in kurucusu Sri Sri Ravi Shankar ile yaptığı bir telefon konuşmasından bahsetmişti. Sri Sri ona sevdiklerimizin acılarını hafifletmeye çalışmamızın bazen onların gelişimini ve bu hayattaki tecrübelerini kısıtlayacağından bahsetmişti. Kimi zaman bizlere çok acı verse de sevdiklerimizin iyiliği için kendi gelişimlerine katkı sağlayacak, belki de bu hayata geliş amaçlarına ışık tutacak acılara müdahale etmeden gözlemci olarak destek olmamız gerekmekte. Bazen iyileşmenin, ilerlemenin tek yolu acının içinden geçmekte saklı. Ve biz bunu her ne kadar onlar için yapmaya hazır olsak da, bu onların kaderi. Vakti geldiğinde ve o farkındalığa ulaştıklarında değişim kendiliğinden hayata geçecek. Bu hikâyeyi çoktandır unutmuştum ama yakın zamanda kendimi çok değer verdiğim bir insana yardım edemez halde buldum. Elimden geleni yapma telaşında iken aniden fark ettim ki, benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, içinde bulunduğu ruh halinden çıkabilmesinin anahtarı bir tek kendinde bulunuyordu. Ve ben ne kadar çok üzülsem de, onun yerine tüm bunlarla başa çıkabilmeye hazır ve istekli olsam da bu onun içsel yolculuğuydu. İstediği zaman elini tutarak ve tüm kalbimle yanında olarak destek olabileceğimi fark ettim aniden. Bu konuda ne kadar başarılı olabileceğim bilemiyorum, sadece inançla yanında olmaya çalışıyorum.
Geçen haftalarda, Cihangir Yoga’da benim için en özel eğitmen Chris Chavez ile yaptığımız yoga seansında yine aklıma geldi bu söz. İlk olarak şunu belirtmeden geçmek istemiyorum, Chris dünya çapında izlenen ve beğenilen bir eğitmen olmasının yanı sıra, benim için şu an Türkiye’de bulunan en etkileyici, eğlenceli, derin, eğitici ve varlığı ile insanları iyi hissettiren bir eğitmen. Benim yogaya tekrar geri dönüşümümün de sebebi diyebilirim kendisi için. Bilginin derinliğinin yanı sıra çocuksu ve eğlenceli tarafını da kucaklamamızı sağlıyor. Derslerinde derin bilgisini güncel yaşamımızdan örneklerle bize sunuyor ve bunu yoga’nın vücudumuza ve ruhumuza etkisi ile öylesine bağlıyor ki, verilen mesaj kemiklerinize kadar işliyor. İşte bu derslerden birinde “no pain no gain” kavramından yola çıkarak, kimi zaman bizim için iyi olan şeyin, bizi iyi hissettirmediğine değindi. Vücudumuzu güçlü ve esnek tutabilmek için emek vermemiz gerekiyor, bunu hepimiz biliyoruz, bu sebeple spor yapıyoruz. Ruhumuza iyi gelmesinin yanı sıra bedenimizde hissettiğimiz gelişim, hareket edebilme rahatlığı bizlere spor esnasında harcadığımız eforu unutturup tekrar yapmamızı sağlıyor. Kimi zaman ise vücudumuzun gerçek potansiyeline ulaşabilmek için ekstra çaba harcamamız, güvende hissettiğimiz sınırların dışına adım atmamız gerekebiliyor. Bu esnada vücudumuz çeşitli ağrılar, sancılar yolu ile bizimle iletişime geçiyor, bunlar değişimin başladığına işaret eden sağlıklı işaretlerdir. Yogada hareketin hayata geçişi ve vücudun bulunduğu pozun içinde bütüne ulaşması zaman içerisinde oluyor. Bu zaman zarfında vücudumuzda çıkan ağrılara gösterdiğimiz direnç akabinde, bu ağrılar boyut ve şekil değiştirmeye başlıyor. Çekilen ağrı kendi içsel anlayışına, arayışına ışık tutmaya başladığında, yoğunluğu azalmaya başlıyor ve hareket oturmaya başlıyor. Bu esnada omuzların, kolların, bacakların bir bütünün parçaları olup harekete teslim olurken, beynin boşalmaya başlıyor. Ağrının içinde düşüncelerin yok olmaya başladığı anda kendinin gerçek yansımasını görürsün bir nevi, kendini olduğun gibi gördüğün ve kabul ettiğin bir aydınlığa çıkarsın.
Chris bu konudan bahsederken şu örneği verdi; bazen yolda yürürken kaldırımda hiç beklenmedik bitkilerle karşılaşırız ya, betonun içinden fışkıran doğaya tanık oluruz. İşte, bazen doğanın günışığına ulaşabilmek için, hayata geliş amacını gerçekleştirebilmek için, kaldırımı delip geçmesi ve bunun için olağanüstü bir efor sarf etmesi gibi, bizlerin içimizde de aynı doğada olduğu gibi böylesine bir arzu bulunmaktadır. Bazen verdiğimiz savaşla başa çıkamayacakmışız gibi gelebilir, onun yükü öylesine ağır gelir ki, bunu kaldırabilecek güce sahip olduğumuzu unutabiliriz. Ancak, şunu da unutmamalıyız ki, aynı doğanın güneşe ulaşmak için verdiği çaba gibi, aydınlığa ulaşmak ve gelişmek için verdiğimiz savaşımızda her gün kendi gerçeğimize adım adım yaklaşmaktayız.
Diyorum ya, bu sıralar insanlar, sözler, olaylar gelişimimde bana ışık tutmak için, olaylarla başa çıkabilmem için önüme çıkıyorlar. Bu sözle karşılaşmam, önüme çıkan güzel insanların paylaştığı hikâyeler ve bilgiler, yoga’daki tecrübelerimle birleştiğinde ruhumun derinliklerinde anlam buluyor. Yoga’nın da güzel ve özel yanı bu zaten… Duyduğun şeyleri sindirmene ve yaşama geçirmene vesile oluyor. Biliyorum biraz delice gelebilir ama içinde bulunduğumuz pencerenin dışına çıkıp geniş açıdan bakabildiğimiz noktada hayatımıza giren her şey biraz daha anlam kazanıyor ve o an için iyi ya da kötü gözüken her şeyin aslında belirli bir amaç için, bizi tekrar ruhumuzun gitmek istediği yola sokabilmek için geldiğini görebiliyor, bir nevi minnet duygusu ile dolabiliyoruz. Aynı bugünlerde benim hissettiğim gibi:)

Argos in Cappadoccia, Turkey

Argos in Cappadoccia, Turkey


Sessizlik

Sessizlikte kaybolduğum ve onun içinde kendimle yüzleştiğim zamanları özlüyorum bazen. Yoga’nın ana prensiplerinden biri olan ve bir nevi inzivaya çekildiğin, sözlere gerek duymadan iletişim kurduğun, etrafında seni sarmalayan doğada, gözlerde ve tekrar tekrar dönüp baktığın özünde yaradılışın güzelliği ile yüz yüze geldiğin özel bir zaman sunuyor sessizlik insana. Böyle ağdalı anlattığıma bakmayın, kimi zaman sıkıldığım, iç sesimi susturamadığım, kaçıp gitmek istediğim anlar da olmuyor değil bu esnada. Ama tüm bu çelişkileri insan olarak dünyaya gelmiş olmanın bir parçası ve kişisel gelişim süreci için yaşanması gereken aşamalar olarak görünce, bazen zor da olsa o sürecin de kendine hoş bir gerçekliği olduğunu kabulleniyorum.
İlk sessizliğimde Hindistan’da ashramda kendimi zaten gönülden inandığım, hissettiğim, bildiğim bir bilginin içinde buldum. Dünyanın her köşesinden bir haftalık bu kurs için gelmiş olan 300 kadar kişi ile sessizliğe başladığımızda son derece heyecanlıydım. Beni bilenler heyecanımın neden kaynaklandığını daha iyi anlarlar. Konuşmayı ve paylaşmayı çok seven kişiliğim için öylesine tezat bir kursudaydım ki, başlamakta olduğum sürecin bilinmezliği beni son derece heyecanlandırmaktaydı.
Kursun üçüncü günü diğer günlerden farklı bir güne uyandım. Hâlbuki önceki günlerden hiç farkı yoktu. Sabah uyanmış, nefes egzersizimi ve meditasyonumu yapmış, kahvaltının ardından yürüyüşümü yapmaktaydım. Ve işte o esnada bulunduğum anın önceki günlerden derin bir farklılığı olduğunu hissettim ve bunu isimlendirebilmek neredeyse günümün geri kalanını aldı. Fark ettim ki, sessizliğin ilk birkaç günü oldukça sesli geçmiş hâlbuki kendi iç sesim beni hiç yalnız bırakmamış. Baktığım her şeye bir şekilde yorum yapıp duruyormuş ve ben, bu çok sesli sessizliğin içinde debelenip duruyormuşum. Ve işte o gün, günlerdir beni yalnız bırakmayan ve kafamın içinde dönüp dolaşan yorumlar, ön yargılar bedenimi terk etmiş ve beni kendimle baş başa bırakmıştı.
Kendinle baş başa kaldığında öylesine bir sürece giriyorsun ki, kalbin açılmaya başlıyor. Bütün duyuların uyanıyor ve gördüğün, dokunduğun, tattığın her şey yeni bir anlam kazanmaya başlıyor. Attığın her adımına, yaptığın her işe 100%’ünü verdiğinde yaradılışın, yaşamın, dünyanın, etrafında seni çevreleyen insanların ve her şeyden önce kendinin ne kadar özel ve güzel olduğu gerçeği ile baş başa kalıyorsun… Minnet duygusu seni öylesine ele geçiriyor ki gözlerini kapattığında içinde hissettiğin tek gerçek sadece sevgi oluyor. Ve biliyorsun, derinlerde bir yerde biliyorsun ki, sen de bu sevgiden yaratılmışsın ve işte o noktada teslimiyet tüm benliğini ele geçiriyor.
Sessizliğin içinde aynı zamanda hislerinle de yüzleşiyorsun. Hislerle yüzleşmek en zoru bence, içinde önyargıları, anıları, endişeleri ve üzüntüleri de barındırmakta. Bu aşamada kaybolduğum, sinirlendiğim, direndiğim öylesine çok an oldu ki, bazen neden böylesine bir kursa katılmış olduğumu bile sorguladım. Bu süreçte öğrendiğim, yapmam gerekenin sadece hislerime güvenmek olduğu ve zaten kalbimin tüm sorularımın cevabını bilmekte olduğuydu. Yaşamına sadece kalbinle bakmaya başladığın anda hislerine güvenmen gerektiğini de artık biliyorsun demektir.
“Meditation is seeing God in yourself. Love is seeing God in the person next to you. Knowledge is seeing God everywhere.” (“Meditasyon Yaratanı kendinde görmektir, aşk Yaratanı yanındaki varlıkta görmektir, bilgi ise Yaratanı her yerde görmektir.”) Sessizlikte bilgiyi öylesine derin hissetmeye başlarsın ki, baktığın her yerde yaratanı, sevgiyi ve yaradılışın büyülü güzelliğini görmeye başlarsın. Kalbinle bakmaya başladığında bu süreç kaçınılmazdır.
Ne yazık ki yaşamın bizlere şehir hayatında unutturduğu bu gerçeği tekrar hayatımıza sokuyor sessizlik; iç sesimizi ve duygularımızı dinliyor ve onların yol göstericiliğine teslim oluyoruz. Bu bilginin derinliğine teslim olduğum noktada zaman zaman şehirde de bu çok sesliliğin içinde sessizliğe gömüldüğümü fark ediyorum. Bazen yaşananlar, hissedilenler öylesine yoğun ve yorucu olabiliyor ki… İçimdeki sessizliğe dönüp sebep aramaksızın büyük resme bakmaya odaklanıyorum, biliyorum ki her olan olması gerektiği için oluyor… İnanıyorum ki, mutluluk kaçınılmaz ve ben farkında olduğum sürece, hissettiğim sürece, içimdeki sesin yolumu aydınlatmasına izin verdiğim sürece her şey hayırlısı ile olacak. Sessizliğin içinde yine ruhumun çok iyi bildiği ve anımsadığı minnet duygusu ile yaşamıma sımsıkı sarılarak geri dönüyorum …. Ve teslim oluyorum.

Cihangir Yoga, Istanbul

Cihangir Yoga, Istanbul


Yeni bir güne uyanmak

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, belki hatırlarsınız; yoganın hayatımın merkezinde olduğu bir hayat yaşamaktan çok keyif alıyorum. Sadece fiziksel aktivitesinden bahsetmiyorum, yoganın felsefesini tüm benliğimle yaşamaktan keyif alıyorum. Bilgisini ve öğretisini uygulamaya çalışmaktan da bahsetmiyorum, içselleştirip, özümseyip “o” olmaktan bahsediyorum. Hayatın her anında, her adımında hayata gülümseyerek ve kabul ederek bakmaktan, yarını bilmemenin keyfinden, bu bilinmezlik içinde daha büyük bir sisteme teslim olmaktan ve yarının eninde sonunda mutluluk dolu olacağına gönülden inanmaktan bahsediyorum.

Hayatta, tabi ki düştüğüm, hayal kırıklığına uğradığım, egomun zorlandığı, her şeye küstüğüm, sinirlendiğim anlar oluyor. Hepimiz aynı devinimleri yaşıyoruz aslında. Hepimiz insanız ve öyle ya da böyle benzeri testlerden geçiyoruz hayatta. Ama biliyor musunuz, kendime bu lüksü tanımıyorum, çünkü böyle bir lüksüm yok. Hemen ayağa kalkıp toparlanmalı ve içimde, derinlerde, özümde bildiğim gerçekle önüme bakmak zorunda olduğumu biliyorum. Ben, biz, bazılarımız… çoğumuz, gerçekten çok şanslıyız. Eğer çok büyük travmalar geçirmediysek, akşam soğuk çıtır çıtır yastığımıza kafamızı koyduğumuzda sevdiklerimiz de sağlıklı bir şekilde yataklarına yatmışlar ve nefes alıyorlarsa, sevgi dolu bir evde yaşıyorsak, çocuklarımızın karnı toksa, huzurları yerindeyse, onların geleceği için çoğu insandan daha az endişelenmemiz gerekiyorsa bu dünyada bizimle nefes almakta olan çoğu insandan çok daha şanslı bir konumdayız demektir. Ve biliyor musunuz, işte bu sebeple istemediğimiz, hak etmediğimiz bir hayatı sadece korkularımız yüzünden devam ettirmek lüksüne de sahip değiliz. Biz, her gün bu ayrıcalıklı güzel evrene, içinde yaşadığımız topluma, hayata olumlu enerjiler saçmak zorundayız. Güncel küçük problemlerin üstüne çıkıp tepeden bakabilmeliyiz. Bakamıyorsak da korkusuzca değişimi harekete geçirmeliyiz. Uyuşuk, korkak olma lüksümüz yok. Biz, birçok insandan çok daha şanslıyız demektir ki, bu bize hem çok büyük bir güç, hem de çok büyük sorumluluk yüklemektedir. Sorumluluk ise oldukça basittir… Mutlu olmaktır tek sorumluluğumuz. Mutlu olup, dünyanın dönmesini sağlayan olumlu enerjiyi arttırmaktır bireysel olarak görevimiz. Ülkemizi ve dünyayı değiştirmenin tek yolu budur. Bireysel mutluluk ve tatmin, dünya barışını ve bütünlüğünü de beraberinde getirecektir.

Geçen gün yoga dersinde, çok değer verdiğim hayat öğretmenim Chris Chavez bu konuyu okşadı yine. Dersi “tekrarlar” üzerine kuracağını söylediğinde inanın aklıma gelmemişti bu. Her hareketi en az 17 kere bizlere tekrar ettirirken çoğumuz “of” lamaya başlamıştık. 1-2 defa yapmaya alışıktık ama aynı hareketi defalarca tekrar etmek, hem aynı kasları yormuştu hem de sıkılmıştık. Bu devinim aslında her gün aynı güne uyanmanın bir yansımasıydı adeta. Her gün bir önceki günün başka bir versiyonunu yaşıyoruz aslında. Her gün uyanıyoruz, aynı rutinlerden geçiyoruz bir şekilde ve tekrar yatıyoruz. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz. Arada bir sistemin dışına çıktığımızda ise farklılığın, rutini kırıyor olmanın sonucu geçici bir mutluluk ve rahatlama yaşıyoruz ve işte o noktada, evrene tekrar olumlu enerji saçmaya başlıyoruz.

Bir başka şekilde de yaklaşabiliriz aynı güne, her sabah kalktığımızda hayata şöyle bakmayı da tercih edebiliriz. O günü sanki son günümüzcesine minnet ve sevgi dolu, 100%’ümüzü vererek, kendimizin bir önceki gündekinden daha iyi versiyonunu hayata geçirerek, dolu dolu ve gerçekten mutlu yaşamayı seçebiliriz. Her şeyimizi bu gerçek üzerine kurduğumuzda ise değişim hayata geçecektir ve bir yere kaçmaya gerek duymaksızın, sadece o sıradan günü daha gerçek yaşayarak da evrene mutluluk ve o olumlu enerji yi elimizden geldiğince saçıyor olacağız. Hayatta hersey bir tercihtir… Ve nasıl o gün, yoga dersimde, bu farkındalıkla aynı hareketi daha da derinleştirmeye niyet ederek kendimin en iyisini yapmak üzere adım attıysam, hayatta da her gün bu adımı atmak benim tek sorumluluğumdur. Ben bu yolu seçtiğimden beri hayatı daha çok sevmeye ve tüm düşüşlere rağmen daha dolu dolu yaşamaya başladım.

Bu akşam bir film seyretmenizi istiyorum sizden, ismi “$50K And A Call Girl”. Hayat ve sevgi üzerine, umut ve umutsuzluk arasında gecen… gerçek duyguların coşkuyla yaşandığı bir film… Bugün, bu akşam, mümkünse şimdi izleyin.

Ve sizden ufacık bir şey istiyorum… Bugün sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin…. Bugün sevdiklerinize uzanın ve sımsıkı sarılın … Uzun zamandır yapmak istediğiniz ve korkularınız yüzünden yapamadığınız bir şey yapın… Korkularınızı göğüsleyin ve içinden geçin… Bakın bakalım ne çıkacak sonuçta, sizden ne kalacak, nasıl yeni bir sen olacaksınız tüm yaşananların sonunda. Sadece şunu unutmayın… eninde sonunda mutlu olacaksınız, teslim edin kendinizi akışa …Dolu dolu yaşayın!

Bosphorus, Istanbul, Turkey

Bosphorus, Istanbul, Turkey


Yoga

Hayatta herşeyin bir vakti olduğuna ve sen hazır olduğunda gerçekleştiğine inanırım. Evren sen hazır olduğunda güzelliklerini sunuyor, ve bunları sunmak içinde sabırla bekliyor. Tek yapman gereken kalbinle bakabilmek dünyaya, gerisi kendiliğinden gelişiyor kanımca.

Yoga ile ilk defa 1997 yılında Los Angeles’da yaşadığım dönemde tanıştım. Kendimi bulduğum cennettimde bana yol arkadaşlığı yapmış, Türkiye’ye geri döndüğümde ise desteğim olmuştu. Bu güzel beraberliğe hayat bir dönem ara verdirdi. Diyorum ya, herşeyin bir zamanı var. O dönemde ailemize katılan minik meleğime, evliliğime yoğunlaşmış, ve bu gerçeğin içerisinde mutluluğu yakalamaktaydım.

2013 yılı benim için uyanış yılı oldu, kendime dönüş yılım oldu. Sadece benim için değil, tüm dünya için uyanış yılı, geçiş yılı, değişim yılı olduğuna da hergün tanık olmaktayız. Ve şimdi yine zamanı geldiğinde, tam da ihtiyacım olduğu bu dönemde, her zamanki nazikliği, anlayışı ve yumuşaklığı ile yoga bir kez daha hayatıma girdi. Herkesin ruhuna uygun ruh gurupları olduğuna inanırım ben, kendi gurubuma ait ne kadar güzel insalarla çevrili olduğumu fark ediyor ve bundan sonsuz keyif alıyorum. Son zamanlarda ise her ruha uygun bir spor olduğuna da inanmaya başladım. Team Istrunbul ile tanıştığımdan beri, oradaki arkadaşlarımın koşuya duydukları aşk, benim ruhuma uygun sporu sorgulamama yol açtı. Bu içsel sorgulama sonucunda ise, 90dakikalık bir seans sonrasında bile hala bitmesin istediğim, her seferinde aynı heyecan ve istekle yaptığım, benim ruhuma ve bedenime hitap eden sporun yoga olduğunun farkına vardım.

Belki ikizler burcu kişiliğimi tamamlıyor yoga, çok değisik yönlerden beni doyurabiliyor. Tek bir spor adı altında, hem fiziksel, hem ruhsal doyuma ulaştırıyor beni. Hep bildiğimiz bazı kalıplar vardır ya, onları derinlerde içimizde gözlemlememize ve hayata geçirmemize vesile oluyor kanımca. Mesela, “anını yaşa”; hepimiz biliriz ne kadar önemli olduğunu, ancak hayatın akışında kaybolup gideriz. Kimi zaman, eğer şanslı isek, düşüncelerimizin geçmiş ve gelecek arasında gidip geldiğini fark ederiz ki işte o noktada an’a geri dönüş yaşarız. En üzücüsü ise, çoğu hayat gelip geçer hiç bunların farkına bile varmadan, günlük sıradan problemlerin arasında kaybolmuş bir şekilde. Yoga yapısı itibari ile sizi an’a taşır, 90 dakika boyunca düzenli ujjayi nefesi (okyanus nefesi de denilen, her birimizin içinde bulunan yaşam enerjisini arttırdığına inanılan, genizden alınıp verilen bir yoga nefesi) alınıp verildiği ve aynı zamanda hareketlere odaklanıldığında zaten an’da yaşamamak gibi bir opsiyon sunmamaktadır insana. Beynini ve düşüncelerini yavaşlatıp an’a taşırken, farkındalığını arttırmaktadır bir yandan. Ne zamanki kendimi problemlerin içinde kaybolmuş yada merkezimden uzaklaşmış olduğumu fark ediyorum, o noktada kendime vakit ayırıyorum ve nefesime odaklanıyorum. Kendimle başbaşa kalıp, düşüncelerimi ve duygularımı akışına bırakıp, nefesime odaklandığımda an’a geri dönüp olayların bana çok fazla dokunmasına izin vermeden tecrübe etmeye başlayabiliyorum. Bu da bana devam edebilmek için içsel güç sağlıyor.

Fiziksel olarak da insanı bir kere denemeden tadamayacağı noktalara taşıyor. Herşeyden önce, bu farkındalık seviyesinde kaslarının yapısını ve onlara beyninle nasıl hükmedebileceğini tecrübe ediyorsun. Ve zamanla, vücudunun daha önceleri hiç gidemediği noktalara gidebildiğini, her nefesde daha da derinlere inebildiğini fark ediyorsun. Doğuştan esnek bir yapıya sahip olmama rağmen yapmakta zorlandığım (daha doğrusu asla yapamayacağıma inandığım) bazı hareketler vardı. Bunlar daha çok kol ve omuz kasları ile core kasların bir arada kullanıldığı head ve hand stand olarak adlandırılan hareketlerdi. Şimdi kendimi de şaşırtarak görüyorum ki, zamanla ve düzenli çalışma ile vücut sana cevap vermeye başlıyor. Başlarda duvar desteği olmaksızın yapamadığım bu hareketleri kendi başıma yapabilmeye başlamış olmanın heyecanı ile daha da büyük bir zevkle gidiyorum derslerime.

Tüm bunların yanı sıra, binlerce yıllık bilgi var arkasında, farklılıkların ahenkle yaşandığı, kalpten gelen bir bilgi var. Bu engin bilgi her yoga hareketinde istemdışı işleniyor ruhuna. Bu yolcuğumda yoga, kendimin daha çok farkında olduğum, sevdiğim ve her anımda nefesimin farkında olup minnet duyduğum bir yaşamda yol arkadaşlığı yapıyor bana, kimi zaman sınırlarımı zorluyor ama daimi olarak ışık tutuyor yoluma. Herkes en azından birkez denemeli yogayı, kimbilir belki de sizin de ruhunuzun sporu budur.

Cihangir Yoga, İstinye, Istanbul

Cihangir Yoga, İstinye, Istanbul


expectations

One of my struggles for the last few years has been about the concept of “expectations”. I used to think that my actions took place with no expectation at all, of which I was acting with the mere idea of doing it, that I had to act that way because it made me feel good. I thought I was not expecting much in return but what I didn’t realize was that, my expectations were in a more subtle form. It was not to get a physical payback of some sort, but rather the acknowledgement and the appreciation of my behaviors.

Although I choose to believe that these paybacks were somewhat the replies that I did deserve, at one point, I had to face the ugly reality that this need for appreciation, understanding, and empathy was weighing me down. Nobody is going to give us what we need unless we turn back and look at ourselves… With no judgment, accept the being that we are, as is.

My tool for this realization has been through yoga. There is no competition in yoga… Your only rival is yourself and you cannot evolve, go further unless you accept your limitations. Respect them and slowly test your limits with that awareness. This awareness has shifted in me during my teachers training. Within this process, in time, I have started not to expect anything more than my body can deliver, but instead just be present and listen to my body. Give my 100 percent in the action as not the outcome but the feeling of the motion uplifted me, keeping me in the moment, now, where my body is grounded, diving into a deeper understanding of where I stand on this earth. The fight within my being has somehow diminished and the postures slowly found life within my body.

Then I realized that the same questioning was valid in my daily life… Getting to know myself has made me realize that I love to give in life. No matter if the person in question appreciated my action or not, I was going to offer something from me any way. That is what uplifts me. The real question is to what extend we should be willing to give. Where do we draw the line?

My wise teacher/friend has once told us that “you should give out as much as you take in”. Finding sources that you could be yourself and experiencing your truth freely feeds you and then you start to give more in life, to life. So, my guess would be, as long as you are in touch with your true self, hopefully one could be aware of this thin line where giving becomes a sacrifice from the self. And honestly, out of experience, I can say that… I don’t know, and not knowing is somewhat refreshing… It keeps the hope for the future… This way or another it carries the potential of happiness in the end.
And on this journey, I have realized that the present moment do not have any space for expectations. So work on that, may your tool be yoga, running, painting, cooking or writing… Find a place that you are present in the moment and in times you feel disconnected, go to that place of meditation un clogged  with thought as much as you can and drop your expectations, cherish your limitations and flourish!

2014-01-28 13.53.03un