Bazen iyileşme acıda saklıdır

“Sometimes the healing is in the aching” (Bazen iyileşme acıda saklıdır) bu yazıyı gördüğüm anda bir sonraki yazımın konusunun bu olması gerektiğini içimde hissettim. Son zamanlarda evren bana gerekli olan sözleri, insanları, olayları kendiliğinden önüme çıkarıyor, bana ise sadece onların farkına varmak kalıyor. Akışta olduğum bir dönemdeyim diyebilirim, gelen her şeyi heves ve sevgi ile hayatıma kabul ediyorum ve izliyorum.
Ruhani arayışım esnasında çok güzel bilgilerle ve insanlarla karşılaştım. Bu sözü görünce, Art of Living’deki eğitmenim Nathalie’nin anlattığı bir hikâye geldi aklıma aniden. Sevdiği bir öğrencisinin ne kadar acı çektiğinden ve değer verdiği bu insanın acısını hafifletecek hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusundan, bunun ona verdiği çaresizlikten yakındığı bir noktada Art of Living’in kurucusu Sri Sri Ravi Shankar ile yaptığı bir telefon konuşmasından bahsetmişti. Sri Sri ona sevdiklerimizin acılarını hafifletmeye çalışmamızın bazen onların gelişimini ve bu hayattaki tecrübelerini kısıtlayacağından bahsetmişti. Kimi zaman bizlere çok acı verse de sevdiklerimizin iyiliği için kendi gelişimlerine katkı sağlayacak, belki de bu hayata geliş amaçlarına ışık tutacak acılara müdahale etmeden gözlemci olarak destek olmamız gerekmekte. Bazen iyileşmenin, ilerlemenin tek yolu acının içinden geçmekte saklı. Ve biz bunu her ne kadar onlar için yapmaya hazır olsak da, bu onların kaderi. Vakti geldiğinde ve o farkındalığa ulaştıklarında değişim kendiliğinden hayata geçecek. Bu hikâyeyi çoktandır unutmuştum ama yakın zamanda kendimi çok değer verdiğim bir insana yardım edemez halde buldum. Elimden geleni yapma telaşında iken aniden fark ettim ki, benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, içinde bulunduğu ruh halinden çıkabilmesinin anahtarı bir tek kendinde bulunuyordu. Ve ben ne kadar çok üzülsem de, onun yerine tüm bunlarla başa çıkabilmeye hazır ve istekli olsam da bu onun içsel yolculuğuydu. İstediği zaman elini tutarak ve tüm kalbimle yanında olarak destek olabileceğimi fark ettim aniden. Bu konuda ne kadar başarılı olabileceğim bilemiyorum, sadece inançla yanında olmaya çalışıyorum.
Geçen haftalarda, Cihangir Yoga’da benim için en özel eğitmen Chris Chavez ile yaptığımız yoga seansında yine aklıma geldi bu söz. İlk olarak şunu belirtmeden geçmek istemiyorum, Chris dünya çapında izlenen ve beğenilen bir eğitmen olmasının yanı sıra, benim için şu an Türkiye’de bulunan en etkileyici, eğlenceli, derin, eğitici ve varlığı ile insanları iyi hissettiren bir eğitmen. Benim yogaya tekrar geri dönüşümümün de sebebi diyebilirim kendisi için. Bilginin derinliğinin yanı sıra çocuksu ve eğlenceli tarafını da kucaklamamızı sağlıyor. Derslerinde derin bilgisini güncel yaşamımızdan örneklerle bize sunuyor ve bunu yoga’nın vücudumuza ve ruhumuza etkisi ile öylesine bağlıyor ki, verilen mesaj kemiklerinize kadar işliyor. İşte bu derslerden birinde “no pain no gain” kavramından yola çıkarak, kimi zaman bizim için iyi olan şeyin, bizi iyi hissettirmediğine değindi. Vücudumuzu güçlü ve esnek tutabilmek için emek vermemiz gerekiyor, bunu hepimiz biliyoruz, bu sebeple spor yapıyoruz. Ruhumuza iyi gelmesinin yanı sıra bedenimizde hissettiğimiz gelişim, hareket edebilme rahatlığı bizlere spor esnasında harcadığımız eforu unutturup tekrar yapmamızı sağlıyor. Kimi zaman ise vücudumuzun gerçek potansiyeline ulaşabilmek için ekstra çaba harcamamız, güvende hissettiğimiz sınırların dışına adım atmamız gerekebiliyor. Bu esnada vücudumuz çeşitli ağrılar, sancılar yolu ile bizimle iletişime geçiyor, bunlar değişimin başladığına işaret eden sağlıklı işaretlerdir. Yogada hareketin hayata geçişi ve vücudun bulunduğu pozun içinde bütüne ulaşması zaman içerisinde oluyor. Bu zaman zarfında vücudumuzda çıkan ağrılara gösterdiğimiz direnç akabinde, bu ağrılar boyut ve şekil değiştirmeye başlıyor. Çekilen ağrı kendi içsel anlayışına, arayışına ışık tutmaya başladığında, yoğunluğu azalmaya başlıyor ve hareket oturmaya başlıyor. Bu esnada omuzların, kolların, bacakların bir bütünün parçaları olup harekete teslim olurken, beynin boşalmaya başlıyor. Ağrının içinde düşüncelerin yok olmaya başladığı anda kendinin gerçek yansımasını görürsün bir nevi, kendini olduğun gibi gördüğün ve kabul ettiğin bir aydınlığa çıkarsın.
Chris bu konudan bahsederken şu örneği verdi; bazen yolda yürürken kaldırımda hiç beklenmedik bitkilerle karşılaşırız ya, betonun içinden fışkıran doğaya tanık oluruz. İşte, bazen doğanın günışığına ulaşabilmek için, hayata geliş amacını gerçekleştirebilmek için, kaldırımı delip geçmesi ve bunun için olağanüstü bir efor sarf etmesi gibi, bizlerin içimizde de aynı doğada olduğu gibi böylesine bir arzu bulunmaktadır. Bazen verdiğimiz savaşla başa çıkamayacakmışız gibi gelebilir, onun yükü öylesine ağır gelir ki, bunu kaldırabilecek güce sahip olduğumuzu unutabiliriz. Ancak, şunu da unutmamalıyız ki, aynı doğanın güneşe ulaşmak için verdiği çaba gibi, aydınlığa ulaşmak ve gelişmek için verdiğimiz savaşımızda her gün kendi gerçeğimize adım adım yaklaşmaktayız.
Diyorum ya, bu sıralar insanlar, sözler, olaylar gelişimimde bana ışık tutmak için, olaylarla başa çıkabilmem için önüme çıkıyorlar. Bu sözle karşılaşmam, önüme çıkan güzel insanların paylaştığı hikâyeler ve bilgiler, yoga’daki tecrübelerimle birleştiğinde ruhumun derinliklerinde anlam buluyor. Yoga’nın da güzel ve özel yanı bu zaten… Duyduğun şeyleri sindirmene ve yaşama geçirmene vesile oluyor. Biliyorum biraz delice gelebilir ama içinde bulunduğumuz pencerenin dışına çıkıp geniş açıdan bakabildiğimiz noktada hayatımıza giren her şey biraz daha anlam kazanıyor ve o an için iyi ya da kötü gözüken her şeyin aslında belirli bir amaç için, bizi tekrar ruhumuzun gitmek istediği yola sokabilmek için geldiğini görebiliyor, bir nevi minnet duygusu ile dolabiliyoruz. Aynı bugünlerde benim hissettiğim gibi:)

Argos in Cappadoccia, Turkey

Argos in Cappadoccia, Turkey


Sessizlik

Sessizlikte kaybolduğum ve onun içinde kendimle yüzleştiğim zamanları özlüyorum bazen. Yoga’nın ana prensiplerinden biri olan ve bir nevi inzivaya çekildiğin, sözlere gerek duymadan iletişim kurduğun, etrafında seni sarmalayan doğada, gözlerde ve tekrar tekrar dönüp baktığın özünde yaradılışın güzelliği ile yüz yüze geldiğin özel bir zaman sunuyor sessizlik insana. Böyle ağdalı anlattığıma bakmayın, kimi zaman sıkıldığım, iç sesimi susturamadığım, kaçıp gitmek istediğim anlar da olmuyor değil bu esnada. Ama tüm bu çelişkileri insan olarak dünyaya gelmiş olmanın bir parçası ve kişisel gelişim süreci için yaşanması gereken aşamalar olarak görünce, bazen zor da olsa o sürecin de kendine hoş bir gerçekliği olduğunu kabulleniyorum.
İlk sessizliğimde Hindistan’da ashramda kendimi zaten gönülden inandığım, hissettiğim, bildiğim bir bilginin içinde buldum. Dünyanın her köşesinden bir haftalık bu kurs için gelmiş olan 300 kadar kişi ile sessizliğe başladığımızda son derece heyecanlıydım. Beni bilenler heyecanımın neden kaynaklandığını daha iyi anlarlar. Konuşmayı ve paylaşmayı çok seven kişiliğim için öylesine tezat bir kursudaydım ki, başlamakta olduğum sürecin bilinmezliği beni son derece heyecanlandırmaktaydı.
Kursun üçüncü günü diğer günlerden farklı bir güne uyandım. Hâlbuki önceki günlerden hiç farkı yoktu. Sabah uyanmış, nefes egzersizimi ve meditasyonumu yapmış, kahvaltının ardından yürüyüşümü yapmaktaydım. Ve işte o esnada bulunduğum anın önceki günlerden derin bir farklılığı olduğunu hissettim ve bunu isimlendirebilmek neredeyse günümün geri kalanını aldı. Fark ettim ki, sessizliğin ilk birkaç günü oldukça sesli geçmiş hâlbuki kendi iç sesim beni hiç yalnız bırakmamış. Baktığım her şeye bir şekilde yorum yapıp duruyormuş ve ben, bu çok sesli sessizliğin içinde debelenip duruyormuşum. Ve işte o gün, günlerdir beni yalnız bırakmayan ve kafamın içinde dönüp dolaşan yorumlar, ön yargılar bedenimi terk etmiş ve beni kendimle baş başa bırakmıştı.
Kendinle baş başa kaldığında öylesine bir sürece giriyorsun ki, kalbin açılmaya başlıyor. Bütün duyuların uyanıyor ve gördüğün, dokunduğun, tattığın her şey yeni bir anlam kazanmaya başlıyor. Attığın her adımına, yaptığın her işe 100%’ünü verdiğinde yaradılışın, yaşamın, dünyanın, etrafında seni çevreleyen insanların ve her şeyden önce kendinin ne kadar özel ve güzel olduğu gerçeği ile baş başa kalıyorsun… Minnet duygusu seni öylesine ele geçiriyor ki gözlerini kapattığında içinde hissettiğin tek gerçek sadece sevgi oluyor. Ve biliyorsun, derinlerde bir yerde biliyorsun ki, sen de bu sevgiden yaratılmışsın ve işte o noktada teslimiyet tüm benliğini ele geçiriyor.
Sessizliğin içinde aynı zamanda hislerinle de yüzleşiyorsun. Hislerle yüzleşmek en zoru bence, içinde önyargıları, anıları, endişeleri ve üzüntüleri de barındırmakta. Bu aşamada kaybolduğum, sinirlendiğim, direndiğim öylesine çok an oldu ki, bazen neden böylesine bir kursa katılmış olduğumu bile sorguladım. Bu süreçte öğrendiğim, yapmam gerekenin sadece hislerime güvenmek olduğu ve zaten kalbimin tüm sorularımın cevabını bilmekte olduğuydu. Yaşamına sadece kalbinle bakmaya başladığın anda hislerine güvenmen gerektiğini de artık biliyorsun demektir.
“Meditation is seeing God in yourself. Love is seeing God in the person next to you. Knowledge is seeing God everywhere.” (“Meditasyon Yaratanı kendinde görmektir, aşk Yaratanı yanındaki varlıkta görmektir, bilgi ise Yaratanı her yerde görmektir.”) Sessizlikte bilgiyi öylesine derin hissetmeye başlarsın ki, baktığın her yerde yaratanı, sevgiyi ve yaradılışın büyülü güzelliğini görmeye başlarsın. Kalbinle bakmaya başladığında bu süreç kaçınılmazdır.
Ne yazık ki yaşamın bizlere şehir hayatında unutturduğu bu gerçeği tekrar hayatımıza sokuyor sessizlik; iç sesimizi ve duygularımızı dinliyor ve onların yol göstericiliğine teslim oluyoruz. Bu bilginin derinliğine teslim olduğum noktada zaman zaman şehirde de bu çok sesliliğin içinde sessizliğe gömüldüğümü fark ediyorum. Bazen yaşananlar, hissedilenler öylesine yoğun ve yorucu olabiliyor ki… İçimdeki sessizliğe dönüp sebep aramaksızın büyük resme bakmaya odaklanıyorum, biliyorum ki her olan olması gerektiği için oluyor… İnanıyorum ki, mutluluk kaçınılmaz ve ben farkında olduğum sürece, hissettiğim sürece, içimdeki sesin yolumu aydınlatmasına izin verdiğim sürece her şey hayırlısı ile olacak. Sessizliğin içinde yine ruhumun çok iyi bildiği ve anımsadığı minnet duygusu ile yaşamıma sımsıkı sarılarak geri dönüyorum …. Ve teslim oluyorum.

Cihangir Yoga, Istanbul

Cihangir Yoga, Istanbul


Paylaşım

Evrenin bizler için planı olduğuna ve eğer kendimizi akışa bırakırsak hayatta ait olduğumuz ortamları yarattığımıza, bulduğumuza inanıyorum. Sanırım her zaman böyle olmadı ama son zamanlarda hayata her şeyi ile teslim olmuş durumdayım ve bana sunulanları olduğu gibi kucaklıyorum.
Geçen gün Daft Punk dinlerken, bu kadar özgün bir müziği yapmak için Fransız müzisyenler Guy-Manuel de Homem-Christo ve Thomas Bangalter’in nasıl bir araya gelmiş oldukları düşüncesinde kaybolmuş buldum kendimi. Öyle herkesin duymaya alışkın olmadığı bir çizgiye sahip bu grup, müziğin değişik katmanlarını öylesine bir araya getirmişler ki, kendi içinde bir ahenk yaratmışlar. Ama benim her şeyden önce merak ettiğim, her ikisi de nasıl olup böylesi bir müziği aynı anda ruhlarından yükselirken hissetmişler ve evren bir şekilde onları bir araya getirmiş. Kanaatimce hissettikleri şeyi öylesine gerçek ve yoğun hissetmişler ki, bu hayatta bir araya gelmeleri kaçınılmaz olmuş.
Kimine göre komik gelse de, ben evrene yollanan mesajlara inanıyorum ve istediklerimizi doğru şekilde tanımlayıp çağırdığımız noktada, doğru insanların ve olayların önümüze çıktığına da inanıyorum. Ruh eşi kavramı ile büyümüş bizler için, yaşadığım tecrübeler sonucunda ben daha geniş kapsamlı bir kavramın daha mantıklı olduğuna karar verdim. Ruh eşi kavramının yanı sıra ve hatta daha ziyade ruh grupları var bence bu dünyada. Kendi ruh grubuma ait kişiler ile tanıştığımda hayatımın akışının değiştiğini tecrübe de etmekteyim zaman zaman, hayat bir mücadeleden huzurlu bir akışa geçiyor adeta, karşı konulması zor bir his bu… Vücudunun her uzvu hissediyor ve uyanıyor, bir nevi evine geldiğini hissediyor ve huzur buluyor.
Hayatımıza giren herkesin öyle ya da böyle bir paylaşım için girdiğine inanıyorum. Kimi zaman anlık bir paylaşım için, kimi zaman farkındalığımızı bir olaya çekmek için, kimi zaman bizi başkaları ile irtibata sokmak için, kimi zaman yüzleşmek istemediğimiz ancak kişisel gelişimimiz için yüzleşmemiz gereken olayları yaşatmak için ve kimi zaman ise bizlere hayatımız boyunca eşlik etmek için giriyorlar. Ve bu insanlardan bazıları ile ruhumuzun ritmi aynı atıyor, yolculuk keyifli bir hal almaya başlıyor. Karşımıza böylesine kendimiz olabildiğimiz, yargısız sevildiğimizi bir şekilde hissettiğimiz, vakit geçirmekten daha çok beraber yol almaktan, yaşamaktan, dolu dolu paylaşmaktan zevk aldığımız ve ortak bir payda için bir araya geldiğimiz insanlar çıkabiliyor.
Yıllar itibari ile girdiğim değişik gruplardan kendi ruh grubuma ait olduğunu hissettiğim arkadaşlar edindim. Amerika’da bulunduğum dönemde bunu net olarak hissetmeye başlamıştım. Bilmediğim, tanınmadığım bir ortamda gerçek “ben” ile tanıştığım, kendimi özgürce tecrübe ettiğim o dönemde, değişik gruplara girmiş ve bunun akabinde her gruptan bugüne kadar taşıdığım arkadaşlıklar kurmuştum. Ben değer verdiğim insanlardan kopmayı pek sevmem. Biliyorum hayat oldukça hızlı akıyor ancak dünyanın dört bir yanında benim için vazgeçilmez olan bu insanları dilediğim sıklıkta göremesem de, sağlıklı, iyi ve mutlu olduklarını bilmek tek istediğim.
Son zamanlarda değişik bir dönemdeyim diyorum ya, aniden hiç beklenmedik şeyler olmaya başladı hayatımda, sanki evren tüm sorgulamalarımı, çağrılarımı duyarcasına her birine tek tek cevap vermeye başladı. Kendini akışa bıraktığın noktada olan sanırım bu, ya da benim tecrübe ettiğim şekli bu. Ruhunun istedikleri, çağırdıkları gerçekleşmeye başlıyor. Teslimiyet sonucunda önüne sadece istediğin gibi bir hayat kurabilmen için imkanlar, insanlar çıkmaya başlıyor…. Senin üstüne düşen ise gözlerini açıp sadece kalbinle bakabilmen ve önüne çıkanları değerlendirebilmen.
İşte, böylesine bir dönemde, Team Istrunbul girdi benim hayatıma, daha doğrusu girmekle kalmayıp, hayatımın büyük bir bölümü oldu. Orada kurduğumuz arkadaşlıklar dostluklara, paylaşımlar anılara döndü. Hayatta beraber yol almaktan keyif alan bir insan grubu haline geldik kanımca. Kendi içinde öylesine dinamikleri var ki, beni kendine bağlıyor adeta. Yargılama yok mesela, hep birbirine destek olarak ileri taşıma var, gelişim var kendi içinde. Alınma, bozulma yok bunca açıklığın ve dürüstlüğün yanı sıra, çünkü yapıcı olduğuna ve sevgiden çıktığına dair garip bir farkındalık var. Başlarda amaç olan koşu sporu hayatımızın odak noktası olarak kalmaya devam etse de ve onun hayatımızdaki vazgeçilmezliği gün be gün kendini teyit etse de, ait olduğunu hissettiğin bir ortamda kendini bulmuş olmanın dayanılmaz hafifliği bir şekilde bizleri hem birbirimize hem de yaptığımız spora böylesine bağlayan. Yürekten minnet doluyum yaşadığım dönem için, kendimi böylesine olduğum gibi tecrübe edebildiğim, sınırlarımı zorlamak için böylesine güç alabileceğim arkadaşlıklar önüme çıktığı için ve her şeyden önce ruhumu dinleyebilecek imkânlara sahip olabildiğim için. Oscar Wild’ın bir sözü var bence tüm hissettiklerimi en güzel o dile getirebiliyor bu noktada. “You don’t love someone for their looks, or their clothes, or for their fancy car, but because they sing a song only you can hear.” (İnsanları görünüşleri, kıyafetleri, şık arabaları var diye değil, sadece sizin duyabildiğiniz bir şarkıyı söyledikleri için seversiniz.)

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey


Belirsizlik aşkın özüdür

Yapım itibari ile sevmem kararsızlıkları… Kanımca, iyi yada kötü, verilmiş bir karar her türlü kararsızlıktan iyidir. Herşeyden birşekilde zevk almasını da bildiğime göre, öyle yada böyle verdiğim karara inanıp devam ettiğim takdirde, o yolda mutluluğu yakalayabileceğime de hep inandım. Genelde, verdiğim kararları geri dönüp sorgulamamda. Çelişkide kaldıklarım ise başkalarından etkilenerek aldığım kararlardır, bir şekilde hazır olmadan verilen kararlardır bunlar. Ancak, iç sesimi dinleyip o karara varmışsam, ona olan güvenimle kendimi teslim ederim hayata. Bilirim ki benim için en doğrusudur bu. Sonunda alınması gereken bir ders varsa da, yaşanması gerekiyordur, sorgulamam bile.

Son zamanlarda, ilginç bir dönemdeyim, dünyadaki ve ülkemdeki değişimlere ayak uydururcasına hayatımda da herşey değişmekte. Şaka değil, ev ve arabadan tutun da hayatımdaki herşey değişimde. Temizleniyorum, bir nevi yenileniyorum… Atmak istiyorum herşeyi, küçülmek istiyorum hayatta. Bana ait olmayan eşyalardan, insanlardan, yüklerden ve düsüncelerden arınıyorum bir şekilde. Hafiflemiş hissediyorum. Kendimi tamamı ile akışa bıraktım, teslim oldum hayatın sunmakta olduğu her şeye. Biliyor ve inanıyorum ki, hayatımdan bu dönemde çıkacak hersey hayırlısı ile çıkıyor. Hayatın sunduğu herşeye “evet” diyorum bu günlerde, ve dedikçe de yepyeni kapılar açılıyor önümde.

Ve işte bu dönemde… bende değişmekteyim hızla. Düşüncelerim, inançlarım değişmekte. İlişki kavramını, dostluğu, aşkı bile yeniden tanımladığım dönemdeyim… Her kelimeye farklı bakmaya başladım, baktıkça şekil değiştirmeye başladılar ve yeni anlamları ile daha çok sevdim bu terimleri:)

Bu esnada kararsızlık terimi de şekil değiştirdi. Ruhumu sıkan ve mümkün olduğu kadar kısa zamanda çözmeye çalıştığım bu terim, “belirsizlik” olarak yeniden hayat buldu içimde ve heyecan vermeye başladı bana. Bir şeyi on kere söylersen gerçek olurmuş… Sanırım duyarsan da ruhun direnemiyor… Hayata geçiriyor onu. Yine bu dönemde hayatıma girmiş ve uyanışımda bana destek olan yol arkadaşlarımdan birinin zaman zaman söylediği bir cümle hayat buldu benliğimde. “Uncertinity is the essence of love.” “Belirsizlik aşkın özüdür.” Bazen bilmemek, emin olamamak iyi birşeydir. Bu, kararsızlık kadar negatif bir anlam taşımaz, sadece zamana bırakmayı ve çok daha büyük bir sisteme inanmayı, ona teslim olmayı içerir içinde.

Belirsizliktir aslında değer verdiklerimize daha sıkı sarılmamızı sağlayan, yarının bilinmezsizliğidir içimizdeki heyecanı ayakta tutan. Aşk’ın özüdür bu belirsizlik. Eğer aşk ile hareket ediyorsak, kendimizi akışa bırakmışızdır. Yarın değildir mühim olan, yaşanan paylaşılan an’dır. Nefes aldığın andır. Ve yarını bilmiyor olmak, soruların cevabını bilmiyor olmak da heyecan vericidir. Bir sonraki günün bilinmezliği ümit vericidir çünkü. Her gün, yeni bir gündür.

Tam tersinden bakıldığında da etkilidir bilinmezsizlik. Olumsuzluklarda kaybolduysak eğer, yarının bilinmezliğidir bizi ayağa kaldıran.Yarın yeni bir gündür ve, neler getireceğini bilmiyor olmaktır bizi yataktan umutla ve heyecanla kaldıran. Bu belirsizlikle başa çıkabilmenin, onu kucaklamanın tek yoludur inanç. Elinden geleni yapmanın, sevgi ile yaklaşmanın huzuru ile belirsizliği kucaklayabilirsin ancak.

Aşk hayatın kendisidir, attığın her adımda, sözlerinde, özünde aşk olunca anlam bulur hayat. Tutku ile yaptığım herşey gibi yoga ve koşu benim için aşk’ı temsil etmekte. Yapmakta olduğun spor, kendinle yaşadığın aşktır. Vücudunun yapısını, sınırlarını ve büyüleyici bir organizma olduğu bilincini öğretmesinin yanı sıra, ayna tutmaktadır sana. Aynada gördüğün kendi özündür, gerçektir ve olduğu gibi çok güzeldir. Ve bu yolda ilerlemeye karar verdiysen eğer an’a getirir seni… an’da yaşadıkların öylesine dolu ve gerçektir ki, bilinmezlik bir ümit gibidir yarın için. Bugüne daha da sıkı sarılmanı sağlar, yaşadığın hisleri daha yoğun, daha gerçek kılar.

Herşey algıdır bu hayatta. Bakış açını değiştirdiğin esnada sana ne güzellikler taşıdığını sunmak için beklemektedir hayat… Yaptığın sporda keyif almanı sağlayan, koymuş olduğun hedefe doğru yol alırken yaşadığın belirsizliktir aslında. Hedeflerine ulaşma heyecanı, elinden gelenin en iyisini yaptığının inancı ile birleştiğinde belirsizliktir yolculuğu keyifli kılan. Meraktır bizi ayakta tutan, bilinmezliğin verdiği heyecandır yarına daha sıkı sarılmamızı sağlayan.

San Sebastian, Spain

San Sebastian, Spain


akış

Scroll down for English version…

O kadar uzun zaman oldu ki yazmayalı, hem kendime kızıyor, hemde yolculuğumda önüme çıkan yeni tecrübeleri, teknikleri hayatıma kabul ediyorum. Ama itiraf ediyorum, özlemişim yazı yazmayı.

Düşüncelerimin akışını izleme olanağı bulduğum bu çok özel anı özlemişim. “Akış” denen şey belki de bu. Hayatımın akışında kendime yeni hedefler koyuyorum ama kimi zaman kimilerine göre mani, kimilerine göre kader, kimilerine göre de yaşam ve akış devreye giriyor ve yaratan öylesine olaylar çıkarıyor ki karşımıza hayatta, bilinmez bir alana geçiyoruz. Yaşamakta olduğumuz olay ya hoşnut olmayan, yada ruhununuzun baş etmek için hazır olmadığı veya sadece planlarımızın, ruhumuzun hayal ettiklerinin dışına çıktığı için rahatsızlık veriyor.

İki yol var önümüzde bize sunulan; ya değişime sinirlenip, karşı çıkıp, savaşıp, belirli bir dönem hayata küsüp negatifde kalmayı tercih edeceğiz, yada kiminin “akış” diye tanımladığı varoluşun, hayatın güzelliğine ve bilgeliğine güvenerek gelecek olana kalben açık şekilde teslim olacağız. Aslında bu iki tercih arasında çok keskin bir çizgi yok. Kimi zaman gelgitler oluyor ruhumuzda, bazen sabrın deneniyor, ama hayatın güzelliğine gözlerini kapatmazsan, tekrar teslimiyet ve inanç bedenini ele geçiriyor.

Amacım, arzum yada daha çok hayata geçirmeye değer bulduğum doğrum, teslim olduğum anları çoğaltmak, kaybolduğum anları izleyecek kadar uyanık olmak hayata, yaşamın içinde olmak ve bir an önce bu döngünün dışına çıkmak. Yeni yükler yüklenmek istemiyorum bu hayatta, özellikle duygusal yükler. Hayat öylesine güzel ki, bir “insan” olarak gelmeyi tercih etmiş bir ruh olarak kendime olan görevim uyanıp hayata sarılmak, “an”ımı yaşamak, gönlümü güzelliklerle ve ümitle doldurmak. Belirli birşeyden vazgeçmek zorunda kalsam bile, vazgeçeğim şeyle barışçıl bir şekilde vedalaşmak ve evrenin sunacağı yepyeni güzelliklere inanarak yol almak. Hiçbirşeyin daim olmadığını bilmek ve sonunda vazgeçmekte olduğum şeyin aslında bir parçam olduğu, beni ben yapan, benim istediğim gelişimin bir parçası olduğu ve aslında vazgeçmek yada vazgeçmemek gibi bir kararın bile var olmadığını hissetmek. “Hissetmek” ve hissettiğin tek doğruya , kalbine güvenmek.

Kızıma da bunu tavsiye ediyorum. Kaybolduğunda, kendini çıkmaz bir konumda hissettiğinde, gözlerini kapat ve dinle. Sessizce dinle ve göreceksin ki içinde bir yerlerde “öz”ün, parçası olduğun yaradılışın sesi sana yol gösteriyor. Sessizce fısıldıyor ve sana düşen tek görev kendi iç sesini dinleyebileceğin ortamlar yaratmak, ve sonra da o sesi güvenle dinlemek. Umuyorum ki, o sesin aslında kendi olduğunu, ben olduğumu, yaradılışın olduğunu her daim yüreğinde hisseder. Asla yanlız değiliz, “sevgi” hep yanımızda, içimizde ve biz “O”yuz.

FLOW

Its been a long while that I have not written anything. Though I do regret it, I know that this period has given me the opportunity to add new experiences and techniques into my life. However, I have to accept, I have missed expressing my feelings and perception with written words.

I have been longing for this moment in which I get to observe the flow of my thoughts. May be this is what is defined as “flow”. Just like you, I have goals in my life but sometimes the creation brings such hurdles in our lives that we find ourselves in an unpredictable realm. Some defines these hurdles as obstacles, some as destiny and some as life. And just because our perception is not ready to tackle these, or because they are against our planned vision of our lives, these events occurring as hurdles cause annoyance in our soul.

There are two options; either we will choose to mingle in the negative perception and fight this unexpected change in our lives, or surrender to the wisdom and the beauty of life, of creation with trust. There is no definitive line in between these two perceptions. Our patience keeps on being tested as we navigate between these feelings. But, if you choose not to close your eyes to the beauty and the knowledge of creation, surrender and belief becomes your only reality.

My main desire, or rather, the truth I choose to manifest in life is to heighten the moments of surrender, to be awake enough to observe the moments that I loose sight and to surpass that vicious circle as soon as possible. I choose not to add additional (emotional) burdens in my life. Life is a miraculous thing! And as a soul who chose to experience this human realm, its my duty to open my eyes and to embrace life as is, to be in the present moment and fill my soul with the beauty and hope it graciously offers.

And if letting go is inevitable, I choose do that with grace and peace, with hope and belief for the beauty it beholds. With the knowledge that nothing is permanent and everything changes, and that there actually is no decision being made, its just an evolution.

And that is what I advice my daughter as well. In times of despair, I ask her to close her eyes and listen. Once you listen with pure intention, in silence, you hear a voice within, a voice that is bigger than you trying to guide you, whispering softly to you. And what you have to do is to create these little spaces in life in which you get to hear that calling and follow that with trust. And I truly hope that she feels the source of that voice. That it is a bit of her, a bit of me acting as a part of this creation. That we are never alone, that we are love, surrounded with love, manifesting love.

 

 

Best friends house, Yalıkavak, Bodrum, Turkey

Best friends house, Yalıkavak, Bodrum, Turkey