Sessizlik

Sessizlikte kaybolduğum ve onun içinde kendimle yüzleştiğim zamanları özlüyorum bazen. Yoga’nın ana prensiplerinden biri olan ve bir nevi inzivaya çekildiğin, sözlere gerek duymadan iletişim kurduğun, etrafında seni sarmalayan doğada, gözlerde ve tekrar tekrar dönüp baktığın özünde yaradılışın güzelliği ile yüz yüze geldiğin özel bir zaman sunuyor sessizlik insana. Böyle ağdalı anlattığıma bakmayın, kimi zaman sıkıldığım, iç sesimi susturamadığım, kaçıp gitmek istediğim anlar da olmuyor değil bu esnada. Ama tüm bu çelişkileri insan olarak dünyaya gelmiş olmanın bir parçası ve kişisel gelişim süreci için yaşanması gereken aşamalar olarak görünce, bazen zor da olsa o sürecin de kendine hoş bir gerçekliği olduğunu kabulleniyorum.
İlk sessizliğimde Hindistan’da ashramda kendimi zaten gönülden inandığım, hissettiğim, bildiğim bir bilginin içinde buldum. Dünyanın her köşesinden bir haftalık bu kurs için gelmiş olan 300 kadar kişi ile sessizliğe başladığımızda son derece heyecanlıydım. Beni bilenler heyecanımın neden kaynaklandığını daha iyi anlarlar. Konuşmayı ve paylaşmayı çok seven kişiliğim için öylesine tezat bir kursudaydım ki, başlamakta olduğum sürecin bilinmezliği beni son derece heyecanlandırmaktaydı.
Kursun üçüncü günü diğer günlerden farklı bir güne uyandım. Hâlbuki önceki günlerden hiç farkı yoktu. Sabah uyanmış, nefes egzersizimi ve meditasyonumu yapmış, kahvaltının ardından yürüyüşümü yapmaktaydım. Ve işte o esnada bulunduğum anın önceki günlerden derin bir farklılığı olduğunu hissettim ve bunu isimlendirebilmek neredeyse günümün geri kalanını aldı. Fark ettim ki, sessizliğin ilk birkaç günü oldukça sesli geçmiş hâlbuki kendi iç sesim beni hiç yalnız bırakmamış. Baktığım her şeye bir şekilde yorum yapıp duruyormuş ve ben, bu çok sesli sessizliğin içinde debelenip duruyormuşum. Ve işte o gün, günlerdir beni yalnız bırakmayan ve kafamın içinde dönüp dolaşan yorumlar, ön yargılar bedenimi terk etmiş ve beni kendimle baş başa bırakmıştı.
Kendinle baş başa kaldığında öylesine bir sürece giriyorsun ki, kalbin açılmaya başlıyor. Bütün duyuların uyanıyor ve gördüğün, dokunduğun, tattığın her şey yeni bir anlam kazanmaya başlıyor. Attığın her adımına, yaptığın her işe 100%’ünü verdiğinde yaradılışın, yaşamın, dünyanın, etrafında seni çevreleyen insanların ve her şeyden önce kendinin ne kadar özel ve güzel olduğu gerçeği ile baş başa kalıyorsun… Minnet duygusu seni öylesine ele geçiriyor ki gözlerini kapattığında içinde hissettiğin tek gerçek sadece sevgi oluyor. Ve biliyorsun, derinlerde bir yerde biliyorsun ki, sen de bu sevgiden yaratılmışsın ve işte o noktada teslimiyet tüm benliğini ele geçiriyor.
Sessizliğin içinde aynı zamanda hislerinle de yüzleşiyorsun. Hislerle yüzleşmek en zoru bence, içinde önyargıları, anıları, endişeleri ve üzüntüleri de barındırmakta. Bu aşamada kaybolduğum, sinirlendiğim, direndiğim öylesine çok an oldu ki, bazen neden böylesine bir kursa katılmış olduğumu bile sorguladım. Bu süreçte öğrendiğim, yapmam gerekenin sadece hislerime güvenmek olduğu ve zaten kalbimin tüm sorularımın cevabını bilmekte olduğuydu. Yaşamına sadece kalbinle bakmaya başladığın anda hislerine güvenmen gerektiğini de artık biliyorsun demektir.
“Meditation is seeing God in yourself. Love is seeing God in the person next to you. Knowledge is seeing God everywhere.” (“Meditasyon Yaratanı kendinde görmektir, aşk Yaratanı yanındaki varlıkta görmektir, bilgi ise Yaratanı her yerde görmektir.”) Sessizlikte bilgiyi öylesine derin hissetmeye başlarsın ki, baktığın her yerde yaratanı, sevgiyi ve yaradılışın büyülü güzelliğini görmeye başlarsın. Kalbinle bakmaya başladığında bu süreç kaçınılmazdır.
Ne yazık ki yaşamın bizlere şehir hayatında unutturduğu bu gerçeği tekrar hayatımıza sokuyor sessizlik; iç sesimizi ve duygularımızı dinliyor ve onların yol göstericiliğine teslim oluyoruz. Bu bilginin derinliğine teslim olduğum noktada zaman zaman şehirde de bu çok sesliliğin içinde sessizliğe gömüldüğümü fark ediyorum. Bazen yaşananlar, hissedilenler öylesine yoğun ve yorucu olabiliyor ki… İçimdeki sessizliğe dönüp sebep aramaksızın büyük resme bakmaya odaklanıyorum, biliyorum ki her olan olması gerektiği için oluyor… İnanıyorum ki, mutluluk kaçınılmaz ve ben farkında olduğum sürece, hissettiğim sürece, içimdeki sesin yolumu aydınlatmasına izin verdiğim sürece her şey hayırlısı ile olacak. Sessizliğin içinde yine ruhumun çok iyi bildiği ve anımsadığı minnet duygusu ile yaşamıma sımsıkı sarılarak geri dönüyorum …. Ve teslim oluyorum.

Cihangir Yoga, Istanbul

Cihangir Yoga, Istanbul


Yeni bir güne uyanmak

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, belki hatırlarsınız; yoganın hayatımın merkezinde olduğu bir hayat yaşamaktan çok keyif alıyorum. Sadece fiziksel aktivitesinden bahsetmiyorum, yoganın felsefesini tüm benliğimle yaşamaktan keyif alıyorum. Bilgisini ve öğretisini uygulamaya çalışmaktan da bahsetmiyorum, içselleştirip, özümseyip “o” olmaktan bahsediyorum. Hayatın her anında, her adımında hayata gülümseyerek ve kabul ederek bakmaktan, yarını bilmemenin keyfinden, bu bilinmezlik içinde daha büyük bir sisteme teslim olmaktan ve yarının eninde sonunda mutluluk dolu olacağına gönülden inanmaktan bahsediyorum.

Hayatta, tabi ki düştüğüm, hayal kırıklığına uğradığım, egomun zorlandığı, her şeye küstüğüm, sinirlendiğim anlar oluyor. Hepimiz aynı devinimleri yaşıyoruz aslında. Hepimiz insanız ve öyle ya da böyle benzeri testlerden geçiyoruz hayatta. Ama biliyor musunuz, kendime bu lüksü tanımıyorum, çünkü böyle bir lüksüm yok. Hemen ayağa kalkıp toparlanmalı ve içimde, derinlerde, özümde bildiğim gerçekle önüme bakmak zorunda olduğumu biliyorum. Ben, biz, bazılarımız… çoğumuz, gerçekten çok şanslıyız. Eğer çok büyük travmalar geçirmediysek, akşam soğuk çıtır çıtır yastığımıza kafamızı koyduğumuzda sevdiklerimiz de sağlıklı bir şekilde yataklarına yatmışlar ve nefes alıyorlarsa, sevgi dolu bir evde yaşıyorsak, çocuklarımızın karnı toksa, huzurları yerindeyse, onların geleceği için çoğu insandan daha az endişelenmemiz gerekiyorsa bu dünyada bizimle nefes almakta olan çoğu insandan çok daha şanslı bir konumdayız demektir. Ve biliyor musunuz, işte bu sebeple istemediğimiz, hak etmediğimiz bir hayatı sadece korkularımız yüzünden devam ettirmek lüksüne de sahip değiliz. Biz, her gün bu ayrıcalıklı güzel evrene, içinde yaşadığımız topluma, hayata olumlu enerjiler saçmak zorundayız. Güncel küçük problemlerin üstüne çıkıp tepeden bakabilmeliyiz. Bakamıyorsak da korkusuzca değişimi harekete geçirmeliyiz. Uyuşuk, korkak olma lüksümüz yok. Biz, birçok insandan çok daha şanslıyız demektir ki, bu bize hem çok büyük bir güç, hem de çok büyük sorumluluk yüklemektedir. Sorumluluk ise oldukça basittir… Mutlu olmaktır tek sorumluluğumuz. Mutlu olup, dünyanın dönmesini sağlayan olumlu enerjiyi arttırmaktır bireysel olarak görevimiz. Ülkemizi ve dünyayı değiştirmenin tek yolu budur. Bireysel mutluluk ve tatmin, dünya barışını ve bütünlüğünü de beraberinde getirecektir.

Geçen gün yoga dersinde, çok değer verdiğim hayat öğretmenim Chris Chavez bu konuyu okşadı yine. Dersi “tekrarlar” üzerine kuracağını söylediğinde inanın aklıma gelmemişti bu. Her hareketi en az 17 kere bizlere tekrar ettirirken çoğumuz “of” lamaya başlamıştık. 1-2 defa yapmaya alışıktık ama aynı hareketi defalarca tekrar etmek, hem aynı kasları yormuştu hem de sıkılmıştık. Bu devinim aslında her gün aynı güne uyanmanın bir yansımasıydı adeta. Her gün bir önceki günün başka bir versiyonunu yaşıyoruz aslında. Her gün uyanıyoruz, aynı rutinlerden geçiyoruz bir şekilde ve tekrar yatıyoruz. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz. Arada bir sistemin dışına çıktığımızda ise farklılığın, rutini kırıyor olmanın sonucu geçici bir mutluluk ve rahatlama yaşıyoruz ve işte o noktada, evrene tekrar olumlu enerji saçmaya başlıyoruz.

Bir başka şekilde de yaklaşabiliriz aynı güne, her sabah kalktığımızda hayata şöyle bakmayı da tercih edebiliriz. O günü sanki son günümüzcesine minnet ve sevgi dolu, 100%’ümüzü vererek, kendimizin bir önceki gündekinden daha iyi versiyonunu hayata geçirerek, dolu dolu ve gerçekten mutlu yaşamayı seçebiliriz. Her şeyimizi bu gerçek üzerine kurduğumuzda ise değişim hayata geçecektir ve bir yere kaçmaya gerek duymaksızın, sadece o sıradan günü daha gerçek yaşayarak da evrene mutluluk ve o olumlu enerji yi elimizden geldiğince saçıyor olacağız. Hayatta hersey bir tercihtir… Ve nasıl o gün, yoga dersimde, bu farkındalıkla aynı hareketi daha da derinleştirmeye niyet ederek kendimin en iyisini yapmak üzere adım attıysam, hayatta da her gün bu adımı atmak benim tek sorumluluğumdur. Ben bu yolu seçtiğimden beri hayatı daha çok sevmeye ve tüm düşüşlere rağmen daha dolu dolu yaşamaya başladım.

Bu akşam bir film seyretmenizi istiyorum sizden, ismi “$50K And A Call Girl”. Hayat ve sevgi üzerine, umut ve umutsuzluk arasında gecen… gerçek duyguların coşkuyla yaşandığı bir film… Bugün, bu akşam, mümkünse şimdi izleyin.

Ve sizden ufacık bir şey istiyorum… Bugün sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin…. Bugün sevdiklerinize uzanın ve sımsıkı sarılın … Uzun zamandır yapmak istediğiniz ve korkularınız yüzünden yapamadığınız bir şey yapın… Korkularınızı göğüsleyin ve içinden geçin… Bakın bakalım ne çıkacak sonuçta, sizden ne kalacak, nasıl yeni bir sen olacaksınız tüm yaşananların sonunda. Sadece şunu unutmayın… eninde sonunda mutlu olacaksınız, teslim edin kendinizi akışa …Dolu dolu yaşayın!

Bosphorus, Istanbul, Turkey

Bosphorus, Istanbul, Turkey


akış

Scroll down for English version…

O kadar uzun zaman oldu ki yazmayalı, hem kendime kızıyor, hemde yolculuğumda önüme çıkan yeni tecrübeleri, teknikleri hayatıma kabul ediyorum. Ama itiraf ediyorum, özlemişim yazı yazmayı.

Düşüncelerimin akışını izleme olanağı bulduğum bu çok özel anı özlemişim. “Akış” denen şey belki de bu. Hayatımın akışında kendime yeni hedefler koyuyorum ama kimi zaman kimilerine göre mani, kimilerine göre kader, kimilerine göre de yaşam ve akış devreye giriyor ve yaratan öylesine olaylar çıkarıyor ki karşımıza hayatta, bilinmez bir alana geçiyoruz. Yaşamakta olduğumuz olay ya hoşnut olmayan, yada ruhununuzun baş etmek için hazır olmadığı veya sadece planlarımızın, ruhumuzun hayal ettiklerinin dışına çıktığı için rahatsızlık veriyor.

İki yol var önümüzde bize sunulan; ya değişime sinirlenip, karşı çıkıp, savaşıp, belirli bir dönem hayata küsüp negatifde kalmayı tercih edeceğiz, yada kiminin “akış” diye tanımladığı varoluşun, hayatın güzelliğine ve bilgeliğine güvenerek gelecek olana kalben açık şekilde teslim olacağız. Aslında bu iki tercih arasında çok keskin bir çizgi yok. Kimi zaman gelgitler oluyor ruhumuzda, bazen sabrın deneniyor, ama hayatın güzelliğine gözlerini kapatmazsan, tekrar teslimiyet ve inanç bedenini ele geçiriyor.

Amacım, arzum yada daha çok hayata geçirmeye değer bulduğum doğrum, teslim olduğum anları çoğaltmak, kaybolduğum anları izleyecek kadar uyanık olmak hayata, yaşamın içinde olmak ve bir an önce bu döngünün dışına çıkmak. Yeni yükler yüklenmek istemiyorum bu hayatta, özellikle duygusal yükler. Hayat öylesine güzel ki, bir “insan” olarak gelmeyi tercih etmiş bir ruh olarak kendime olan görevim uyanıp hayata sarılmak, “an”ımı yaşamak, gönlümü güzelliklerle ve ümitle doldurmak. Belirli birşeyden vazgeçmek zorunda kalsam bile, vazgeçeğim şeyle barışçıl bir şekilde vedalaşmak ve evrenin sunacağı yepyeni güzelliklere inanarak yol almak. Hiçbirşeyin daim olmadığını bilmek ve sonunda vazgeçmekte olduğum şeyin aslında bir parçam olduğu, beni ben yapan, benim istediğim gelişimin bir parçası olduğu ve aslında vazgeçmek yada vazgeçmemek gibi bir kararın bile var olmadığını hissetmek. “Hissetmek” ve hissettiğin tek doğruya , kalbine güvenmek.

Kızıma da bunu tavsiye ediyorum. Kaybolduğunda, kendini çıkmaz bir konumda hissettiğinde, gözlerini kapat ve dinle. Sessizce dinle ve göreceksin ki içinde bir yerlerde “öz”ün, parçası olduğun yaradılışın sesi sana yol gösteriyor. Sessizce fısıldıyor ve sana düşen tek görev kendi iç sesini dinleyebileceğin ortamlar yaratmak, ve sonra da o sesi güvenle dinlemek. Umuyorum ki, o sesin aslında kendi olduğunu, ben olduğumu, yaradılışın olduğunu her daim yüreğinde hisseder. Asla yanlız değiliz, “sevgi” hep yanımızda, içimizde ve biz “O”yuz.

FLOW

Its been a long while that I have not written anything. Though I do regret it, I know that this period has given me the opportunity to add new experiences and techniques into my life. However, I have to accept, I have missed expressing my feelings and perception with written words.

I have been longing for this moment in which I get to observe the flow of my thoughts. May be this is what is defined as “flow”. Just like you, I have goals in my life but sometimes the creation brings such hurdles in our lives that we find ourselves in an unpredictable realm. Some defines these hurdles as obstacles, some as destiny and some as life. And just because our perception is not ready to tackle these, or because they are against our planned vision of our lives, these events occurring as hurdles cause annoyance in our soul.

There are two options; either we will choose to mingle in the negative perception and fight this unexpected change in our lives, or surrender to the wisdom and the beauty of life, of creation with trust. There is no definitive line in between these two perceptions. Our patience keeps on being tested as we navigate between these feelings. But, if you choose not to close your eyes to the beauty and the knowledge of creation, surrender and belief becomes your only reality.

My main desire, or rather, the truth I choose to manifest in life is to heighten the moments of surrender, to be awake enough to observe the moments that I loose sight and to surpass that vicious circle as soon as possible. I choose not to add additional (emotional) burdens in my life. Life is a miraculous thing! And as a soul who chose to experience this human realm, its my duty to open my eyes and to embrace life as is, to be in the present moment and fill my soul with the beauty and hope it graciously offers.

And if letting go is inevitable, I choose do that with grace and peace, with hope and belief for the beauty it beholds. With the knowledge that nothing is permanent and everything changes, and that there actually is no decision being made, its just an evolution.

And that is what I advice my daughter as well. In times of despair, I ask her to close her eyes and listen. Once you listen with pure intention, in silence, you hear a voice within, a voice that is bigger than you trying to guide you, whispering softly to you. And what you have to do is to create these little spaces in life in which you get to hear that calling and follow that with trust. And I truly hope that she feels the source of that voice. That it is a bit of her, a bit of me acting as a part of this creation. That we are never alone, that we are love, surrounded with love, manifesting love.

 

 

Best friends house, Yalıkavak, Bodrum, Turkey

Best friends house, Yalıkavak, Bodrum, Turkey