Paylaşım

Evrenin bizler için planı olduğuna ve eğer kendimizi akışa bırakırsak hayatta ait olduğumuz ortamları yarattığımıza, bulduğumuza inanıyorum. Sanırım her zaman böyle olmadı ama son zamanlarda hayata her şeyi ile teslim olmuş durumdayım ve bana sunulanları olduğu gibi kucaklıyorum.
Geçen gün Daft Punk dinlerken, bu kadar özgün bir müziği yapmak için Fransız müzisyenler Guy-Manuel de Homem-Christo ve Thomas Bangalter’in nasıl bir araya gelmiş oldukları düşüncesinde kaybolmuş buldum kendimi. Öyle herkesin duymaya alışkın olmadığı bir çizgiye sahip bu grup, müziğin değişik katmanlarını öylesine bir araya getirmişler ki, kendi içinde bir ahenk yaratmışlar. Ama benim her şeyden önce merak ettiğim, her ikisi de nasıl olup böylesi bir müziği aynı anda ruhlarından yükselirken hissetmişler ve evren bir şekilde onları bir araya getirmiş. Kanaatimce hissettikleri şeyi öylesine gerçek ve yoğun hissetmişler ki, bu hayatta bir araya gelmeleri kaçınılmaz olmuş.
Kimine göre komik gelse de, ben evrene yollanan mesajlara inanıyorum ve istediklerimizi doğru şekilde tanımlayıp çağırdığımız noktada, doğru insanların ve olayların önümüze çıktığına da inanıyorum. Ruh eşi kavramı ile büyümüş bizler için, yaşadığım tecrübeler sonucunda ben daha geniş kapsamlı bir kavramın daha mantıklı olduğuna karar verdim. Ruh eşi kavramının yanı sıra ve hatta daha ziyade ruh grupları var bence bu dünyada. Kendi ruh grubuma ait kişiler ile tanıştığımda hayatımın akışının değiştiğini tecrübe de etmekteyim zaman zaman, hayat bir mücadeleden huzurlu bir akışa geçiyor adeta, karşı konulması zor bir his bu… Vücudunun her uzvu hissediyor ve uyanıyor, bir nevi evine geldiğini hissediyor ve huzur buluyor.
Hayatımıza giren herkesin öyle ya da böyle bir paylaşım için girdiğine inanıyorum. Kimi zaman anlık bir paylaşım için, kimi zaman farkındalığımızı bir olaya çekmek için, kimi zaman bizi başkaları ile irtibata sokmak için, kimi zaman yüzleşmek istemediğimiz ancak kişisel gelişimimiz için yüzleşmemiz gereken olayları yaşatmak için ve kimi zaman ise bizlere hayatımız boyunca eşlik etmek için giriyorlar. Ve bu insanlardan bazıları ile ruhumuzun ritmi aynı atıyor, yolculuk keyifli bir hal almaya başlıyor. Karşımıza böylesine kendimiz olabildiğimiz, yargısız sevildiğimizi bir şekilde hissettiğimiz, vakit geçirmekten daha çok beraber yol almaktan, yaşamaktan, dolu dolu paylaşmaktan zevk aldığımız ve ortak bir payda için bir araya geldiğimiz insanlar çıkabiliyor.
Yıllar itibari ile girdiğim değişik gruplardan kendi ruh grubuma ait olduğunu hissettiğim arkadaşlar edindim. Amerika’da bulunduğum dönemde bunu net olarak hissetmeye başlamıştım. Bilmediğim, tanınmadığım bir ortamda gerçek “ben” ile tanıştığım, kendimi özgürce tecrübe ettiğim o dönemde, değişik gruplara girmiş ve bunun akabinde her gruptan bugüne kadar taşıdığım arkadaşlıklar kurmuştum. Ben değer verdiğim insanlardan kopmayı pek sevmem. Biliyorum hayat oldukça hızlı akıyor ancak dünyanın dört bir yanında benim için vazgeçilmez olan bu insanları dilediğim sıklıkta göremesem de, sağlıklı, iyi ve mutlu olduklarını bilmek tek istediğim.
Son zamanlarda değişik bir dönemdeyim diyorum ya, aniden hiç beklenmedik şeyler olmaya başladı hayatımda, sanki evren tüm sorgulamalarımı, çağrılarımı duyarcasına her birine tek tek cevap vermeye başladı. Kendini akışa bıraktığın noktada olan sanırım bu, ya da benim tecrübe ettiğim şekli bu. Ruhunun istedikleri, çağırdıkları gerçekleşmeye başlıyor. Teslimiyet sonucunda önüne sadece istediğin gibi bir hayat kurabilmen için imkanlar, insanlar çıkmaya başlıyor…. Senin üstüne düşen ise gözlerini açıp sadece kalbinle bakabilmen ve önüne çıkanları değerlendirebilmen.
İşte, böylesine bir dönemde, Team Istrunbul girdi benim hayatıma, daha doğrusu girmekle kalmayıp, hayatımın büyük bir bölümü oldu. Orada kurduğumuz arkadaşlıklar dostluklara, paylaşımlar anılara döndü. Hayatta beraber yol almaktan keyif alan bir insan grubu haline geldik kanımca. Kendi içinde öylesine dinamikleri var ki, beni kendine bağlıyor adeta. Yargılama yok mesela, hep birbirine destek olarak ileri taşıma var, gelişim var kendi içinde. Alınma, bozulma yok bunca açıklığın ve dürüstlüğün yanı sıra, çünkü yapıcı olduğuna ve sevgiden çıktığına dair garip bir farkındalık var. Başlarda amaç olan koşu sporu hayatımızın odak noktası olarak kalmaya devam etse de ve onun hayatımızdaki vazgeçilmezliği gün be gün kendini teyit etse de, ait olduğunu hissettiğin bir ortamda kendini bulmuş olmanın dayanılmaz hafifliği bir şekilde bizleri hem birbirimize hem de yaptığımız spora böylesine bağlayan. Yürekten minnet doluyum yaşadığım dönem için, kendimi böylesine olduğum gibi tecrübe edebildiğim, sınırlarımı zorlamak için böylesine güç alabileceğim arkadaşlıklar önüme çıktığı için ve her şeyden önce ruhumu dinleyebilecek imkânlara sahip olabildiğim için. Oscar Wild’ın bir sözü var bence tüm hissettiklerimi en güzel o dile getirebiliyor bu noktada. “You don’t love someone for their looks, or their clothes, or for their fancy car, but because they sing a song only you can hear.” (İnsanları görünüşleri, kıyafetleri, şık arabaları var diye değil, sadece sizin duyabildiğiniz bir şarkıyı söyledikleri için seversiniz.)

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey