Bazen iyileşme acıda saklıdır

“Sometimes the healing is in the aching” (Bazen iyileşme acıda saklıdır) bu yazıyı gördüğüm anda bir sonraki yazımın konusunun bu olması gerektiğini içimde hissettim. Son zamanlarda evren bana gerekli olan sözleri, insanları, olayları kendiliğinden önüme çıkarıyor, bana ise sadece onların farkına varmak kalıyor. Akışta olduğum bir dönemdeyim diyebilirim, gelen her şeyi heves ve sevgi ile hayatıma kabul ediyorum ve izliyorum.
Ruhani arayışım esnasında çok güzel bilgilerle ve insanlarla karşılaştım. Bu sözü görünce, Art of Living’deki eğitmenim Nathalie’nin anlattığı bir hikâye geldi aklıma aniden. Sevdiği bir öğrencisinin ne kadar acı çektiğinden ve değer verdiği bu insanın acısını hafifletecek hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusundan, bunun ona verdiği çaresizlikten yakındığı bir noktada Art of Living’in kurucusu Sri Sri Ravi Shankar ile yaptığı bir telefon konuşmasından bahsetmişti. Sri Sri ona sevdiklerimizin acılarını hafifletmeye çalışmamızın bazen onların gelişimini ve bu hayattaki tecrübelerini kısıtlayacağından bahsetmişti. Kimi zaman bizlere çok acı verse de sevdiklerimizin iyiliği için kendi gelişimlerine katkı sağlayacak, belki de bu hayata geliş amaçlarına ışık tutacak acılara müdahale etmeden gözlemci olarak destek olmamız gerekmekte. Bazen iyileşmenin, ilerlemenin tek yolu acının içinden geçmekte saklı. Ve biz bunu her ne kadar onlar için yapmaya hazır olsak da, bu onların kaderi. Vakti geldiğinde ve o farkındalığa ulaştıklarında değişim kendiliğinden hayata geçecek. Bu hikâyeyi çoktandır unutmuştum ama yakın zamanda kendimi çok değer verdiğim bir insana yardım edemez halde buldum. Elimden geleni yapma telaşında iken aniden fark ettim ki, benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, içinde bulunduğu ruh halinden çıkabilmesinin anahtarı bir tek kendinde bulunuyordu. Ve ben ne kadar çok üzülsem de, onun yerine tüm bunlarla başa çıkabilmeye hazır ve istekli olsam da bu onun içsel yolculuğuydu. İstediği zaman elini tutarak ve tüm kalbimle yanında olarak destek olabileceğimi fark ettim aniden. Bu konuda ne kadar başarılı olabileceğim bilemiyorum, sadece inançla yanında olmaya çalışıyorum.
Geçen haftalarda, Cihangir Yoga’da benim için en özel eğitmen Chris Chavez ile yaptığımız yoga seansında yine aklıma geldi bu söz. İlk olarak şunu belirtmeden geçmek istemiyorum, Chris dünya çapında izlenen ve beğenilen bir eğitmen olmasının yanı sıra, benim için şu an Türkiye’de bulunan en etkileyici, eğlenceli, derin, eğitici ve varlığı ile insanları iyi hissettiren bir eğitmen. Benim yogaya tekrar geri dönüşümümün de sebebi diyebilirim kendisi için. Bilginin derinliğinin yanı sıra çocuksu ve eğlenceli tarafını da kucaklamamızı sağlıyor. Derslerinde derin bilgisini güncel yaşamımızdan örneklerle bize sunuyor ve bunu yoga’nın vücudumuza ve ruhumuza etkisi ile öylesine bağlıyor ki, verilen mesaj kemiklerinize kadar işliyor. İşte bu derslerden birinde “no pain no gain” kavramından yola çıkarak, kimi zaman bizim için iyi olan şeyin, bizi iyi hissettirmediğine değindi. Vücudumuzu güçlü ve esnek tutabilmek için emek vermemiz gerekiyor, bunu hepimiz biliyoruz, bu sebeple spor yapıyoruz. Ruhumuza iyi gelmesinin yanı sıra bedenimizde hissettiğimiz gelişim, hareket edebilme rahatlığı bizlere spor esnasında harcadığımız eforu unutturup tekrar yapmamızı sağlıyor. Kimi zaman ise vücudumuzun gerçek potansiyeline ulaşabilmek için ekstra çaba harcamamız, güvende hissettiğimiz sınırların dışına adım atmamız gerekebiliyor. Bu esnada vücudumuz çeşitli ağrılar, sancılar yolu ile bizimle iletişime geçiyor, bunlar değişimin başladığına işaret eden sağlıklı işaretlerdir. Yogada hareketin hayata geçişi ve vücudun bulunduğu pozun içinde bütüne ulaşması zaman içerisinde oluyor. Bu zaman zarfında vücudumuzda çıkan ağrılara gösterdiğimiz direnç akabinde, bu ağrılar boyut ve şekil değiştirmeye başlıyor. Çekilen ağrı kendi içsel anlayışına, arayışına ışık tutmaya başladığında, yoğunluğu azalmaya başlıyor ve hareket oturmaya başlıyor. Bu esnada omuzların, kolların, bacakların bir bütünün parçaları olup harekete teslim olurken, beynin boşalmaya başlıyor. Ağrının içinde düşüncelerin yok olmaya başladığı anda kendinin gerçek yansımasını görürsün bir nevi, kendini olduğun gibi gördüğün ve kabul ettiğin bir aydınlığa çıkarsın.
Chris bu konudan bahsederken şu örneği verdi; bazen yolda yürürken kaldırımda hiç beklenmedik bitkilerle karşılaşırız ya, betonun içinden fışkıran doğaya tanık oluruz. İşte, bazen doğanın günışığına ulaşabilmek için, hayata geliş amacını gerçekleştirebilmek için, kaldırımı delip geçmesi ve bunun için olağanüstü bir efor sarf etmesi gibi, bizlerin içimizde de aynı doğada olduğu gibi böylesine bir arzu bulunmaktadır. Bazen verdiğimiz savaşla başa çıkamayacakmışız gibi gelebilir, onun yükü öylesine ağır gelir ki, bunu kaldırabilecek güce sahip olduğumuzu unutabiliriz. Ancak, şunu da unutmamalıyız ki, aynı doğanın güneşe ulaşmak için verdiği çaba gibi, aydınlığa ulaşmak ve gelişmek için verdiğimiz savaşımızda her gün kendi gerçeğimize adım adım yaklaşmaktayız.
Diyorum ya, bu sıralar insanlar, sözler, olaylar gelişimimde bana ışık tutmak için, olaylarla başa çıkabilmem için önüme çıkıyorlar. Bu sözle karşılaşmam, önüme çıkan güzel insanların paylaştığı hikâyeler ve bilgiler, yoga’daki tecrübelerimle birleştiğinde ruhumun derinliklerinde anlam buluyor. Yoga’nın da güzel ve özel yanı bu zaten… Duyduğun şeyleri sindirmene ve yaşama geçirmene vesile oluyor. Biliyorum biraz delice gelebilir ama içinde bulunduğumuz pencerenin dışına çıkıp geniş açıdan bakabildiğimiz noktada hayatımıza giren her şey biraz daha anlam kazanıyor ve o an için iyi ya da kötü gözüken her şeyin aslında belirli bir amaç için, bizi tekrar ruhumuzun gitmek istediği yola sokabilmek için geldiğini görebiliyor, bir nevi minnet duygusu ile dolabiliyoruz. Aynı bugünlerde benim hissettiğim gibi:)

Argos in Cappadoccia, Turkey

Argos in Cappadoccia, Turkey


Paylaşım

Evrenin bizler için planı olduğuna ve eğer kendimizi akışa bırakırsak hayatta ait olduğumuz ortamları yarattığımıza, bulduğumuza inanıyorum. Sanırım her zaman böyle olmadı ama son zamanlarda hayata her şeyi ile teslim olmuş durumdayım ve bana sunulanları olduğu gibi kucaklıyorum.
Geçen gün Daft Punk dinlerken, bu kadar özgün bir müziği yapmak için Fransız müzisyenler Guy-Manuel de Homem-Christo ve Thomas Bangalter’in nasıl bir araya gelmiş oldukları düşüncesinde kaybolmuş buldum kendimi. Öyle herkesin duymaya alışkın olmadığı bir çizgiye sahip bu grup, müziğin değişik katmanlarını öylesine bir araya getirmişler ki, kendi içinde bir ahenk yaratmışlar. Ama benim her şeyden önce merak ettiğim, her ikisi de nasıl olup böylesi bir müziği aynı anda ruhlarından yükselirken hissetmişler ve evren bir şekilde onları bir araya getirmiş. Kanaatimce hissettikleri şeyi öylesine gerçek ve yoğun hissetmişler ki, bu hayatta bir araya gelmeleri kaçınılmaz olmuş.
Kimine göre komik gelse de, ben evrene yollanan mesajlara inanıyorum ve istediklerimizi doğru şekilde tanımlayıp çağırdığımız noktada, doğru insanların ve olayların önümüze çıktığına da inanıyorum. Ruh eşi kavramı ile büyümüş bizler için, yaşadığım tecrübeler sonucunda ben daha geniş kapsamlı bir kavramın daha mantıklı olduğuna karar verdim. Ruh eşi kavramının yanı sıra ve hatta daha ziyade ruh grupları var bence bu dünyada. Kendi ruh grubuma ait kişiler ile tanıştığımda hayatımın akışının değiştiğini tecrübe de etmekteyim zaman zaman, hayat bir mücadeleden huzurlu bir akışa geçiyor adeta, karşı konulması zor bir his bu… Vücudunun her uzvu hissediyor ve uyanıyor, bir nevi evine geldiğini hissediyor ve huzur buluyor.
Hayatımıza giren herkesin öyle ya da böyle bir paylaşım için girdiğine inanıyorum. Kimi zaman anlık bir paylaşım için, kimi zaman farkındalığımızı bir olaya çekmek için, kimi zaman bizi başkaları ile irtibata sokmak için, kimi zaman yüzleşmek istemediğimiz ancak kişisel gelişimimiz için yüzleşmemiz gereken olayları yaşatmak için ve kimi zaman ise bizlere hayatımız boyunca eşlik etmek için giriyorlar. Ve bu insanlardan bazıları ile ruhumuzun ritmi aynı atıyor, yolculuk keyifli bir hal almaya başlıyor. Karşımıza böylesine kendimiz olabildiğimiz, yargısız sevildiğimizi bir şekilde hissettiğimiz, vakit geçirmekten daha çok beraber yol almaktan, yaşamaktan, dolu dolu paylaşmaktan zevk aldığımız ve ortak bir payda için bir araya geldiğimiz insanlar çıkabiliyor.
Yıllar itibari ile girdiğim değişik gruplardan kendi ruh grubuma ait olduğunu hissettiğim arkadaşlar edindim. Amerika’da bulunduğum dönemde bunu net olarak hissetmeye başlamıştım. Bilmediğim, tanınmadığım bir ortamda gerçek “ben” ile tanıştığım, kendimi özgürce tecrübe ettiğim o dönemde, değişik gruplara girmiş ve bunun akabinde her gruptan bugüne kadar taşıdığım arkadaşlıklar kurmuştum. Ben değer verdiğim insanlardan kopmayı pek sevmem. Biliyorum hayat oldukça hızlı akıyor ancak dünyanın dört bir yanında benim için vazgeçilmez olan bu insanları dilediğim sıklıkta göremesem de, sağlıklı, iyi ve mutlu olduklarını bilmek tek istediğim.
Son zamanlarda değişik bir dönemdeyim diyorum ya, aniden hiç beklenmedik şeyler olmaya başladı hayatımda, sanki evren tüm sorgulamalarımı, çağrılarımı duyarcasına her birine tek tek cevap vermeye başladı. Kendini akışa bıraktığın noktada olan sanırım bu, ya da benim tecrübe ettiğim şekli bu. Ruhunun istedikleri, çağırdıkları gerçekleşmeye başlıyor. Teslimiyet sonucunda önüne sadece istediğin gibi bir hayat kurabilmen için imkanlar, insanlar çıkmaya başlıyor…. Senin üstüne düşen ise gözlerini açıp sadece kalbinle bakabilmen ve önüne çıkanları değerlendirebilmen.
İşte, böylesine bir dönemde, Team Istrunbul girdi benim hayatıma, daha doğrusu girmekle kalmayıp, hayatımın büyük bir bölümü oldu. Orada kurduğumuz arkadaşlıklar dostluklara, paylaşımlar anılara döndü. Hayatta beraber yol almaktan keyif alan bir insan grubu haline geldik kanımca. Kendi içinde öylesine dinamikleri var ki, beni kendine bağlıyor adeta. Yargılama yok mesela, hep birbirine destek olarak ileri taşıma var, gelişim var kendi içinde. Alınma, bozulma yok bunca açıklığın ve dürüstlüğün yanı sıra, çünkü yapıcı olduğuna ve sevgiden çıktığına dair garip bir farkındalık var. Başlarda amaç olan koşu sporu hayatımızın odak noktası olarak kalmaya devam etse de ve onun hayatımızdaki vazgeçilmezliği gün be gün kendini teyit etse de, ait olduğunu hissettiğin bir ortamda kendini bulmuş olmanın dayanılmaz hafifliği bir şekilde bizleri hem birbirimize hem de yaptığımız spora böylesine bağlayan. Yürekten minnet doluyum yaşadığım dönem için, kendimi böylesine olduğum gibi tecrübe edebildiğim, sınırlarımı zorlamak için böylesine güç alabileceğim arkadaşlıklar önüme çıktığı için ve her şeyden önce ruhumu dinleyebilecek imkânlara sahip olabildiğim için. Oscar Wild’ın bir sözü var bence tüm hissettiklerimi en güzel o dile getirebiliyor bu noktada. “You don’t love someone for their looks, or their clothes, or for their fancy car, but because they sing a song only you can hear.” (İnsanları görünüşleri, kıyafetleri, şık arabaları var diye değil, sadece sizin duyabildiğiniz bir şarkıyı söyledikleri için seversiniz.)

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey

Wisteria, spring bloom in Istanbul, Turkey


Yeni bir güne uyanmak

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, belki hatırlarsınız; yoganın hayatımın merkezinde olduğu bir hayat yaşamaktan çok keyif alıyorum. Sadece fiziksel aktivitesinden bahsetmiyorum, yoganın felsefesini tüm benliğimle yaşamaktan keyif alıyorum. Bilgisini ve öğretisini uygulamaya çalışmaktan da bahsetmiyorum, içselleştirip, özümseyip “o” olmaktan bahsediyorum. Hayatın her anında, her adımında hayata gülümseyerek ve kabul ederek bakmaktan, yarını bilmemenin keyfinden, bu bilinmezlik içinde daha büyük bir sisteme teslim olmaktan ve yarının eninde sonunda mutluluk dolu olacağına gönülden inanmaktan bahsediyorum.

Hayatta, tabi ki düştüğüm, hayal kırıklığına uğradığım, egomun zorlandığı, her şeye küstüğüm, sinirlendiğim anlar oluyor. Hepimiz aynı devinimleri yaşıyoruz aslında. Hepimiz insanız ve öyle ya da böyle benzeri testlerden geçiyoruz hayatta. Ama biliyor musunuz, kendime bu lüksü tanımıyorum, çünkü böyle bir lüksüm yok. Hemen ayağa kalkıp toparlanmalı ve içimde, derinlerde, özümde bildiğim gerçekle önüme bakmak zorunda olduğumu biliyorum. Ben, biz, bazılarımız… çoğumuz, gerçekten çok şanslıyız. Eğer çok büyük travmalar geçirmediysek, akşam soğuk çıtır çıtır yastığımıza kafamızı koyduğumuzda sevdiklerimiz de sağlıklı bir şekilde yataklarına yatmışlar ve nefes alıyorlarsa, sevgi dolu bir evde yaşıyorsak, çocuklarımızın karnı toksa, huzurları yerindeyse, onların geleceği için çoğu insandan daha az endişelenmemiz gerekiyorsa bu dünyada bizimle nefes almakta olan çoğu insandan çok daha şanslı bir konumdayız demektir. Ve biliyor musunuz, işte bu sebeple istemediğimiz, hak etmediğimiz bir hayatı sadece korkularımız yüzünden devam ettirmek lüksüne de sahip değiliz. Biz, her gün bu ayrıcalıklı güzel evrene, içinde yaşadığımız topluma, hayata olumlu enerjiler saçmak zorundayız. Güncel küçük problemlerin üstüne çıkıp tepeden bakabilmeliyiz. Bakamıyorsak da korkusuzca değişimi harekete geçirmeliyiz. Uyuşuk, korkak olma lüksümüz yok. Biz, birçok insandan çok daha şanslıyız demektir ki, bu bize hem çok büyük bir güç, hem de çok büyük sorumluluk yüklemektedir. Sorumluluk ise oldukça basittir… Mutlu olmaktır tek sorumluluğumuz. Mutlu olup, dünyanın dönmesini sağlayan olumlu enerjiyi arttırmaktır bireysel olarak görevimiz. Ülkemizi ve dünyayı değiştirmenin tek yolu budur. Bireysel mutluluk ve tatmin, dünya barışını ve bütünlüğünü de beraberinde getirecektir.

Geçen gün yoga dersinde, çok değer verdiğim hayat öğretmenim Chris Chavez bu konuyu okşadı yine. Dersi “tekrarlar” üzerine kuracağını söylediğinde inanın aklıma gelmemişti bu. Her hareketi en az 17 kere bizlere tekrar ettirirken çoğumuz “of” lamaya başlamıştık. 1-2 defa yapmaya alışıktık ama aynı hareketi defalarca tekrar etmek, hem aynı kasları yormuştu hem de sıkılmıştık. Bu devinim aslında her gün aynı güne uyanmanın bir yansımasıydı adeta. Her gün bir önceki günün başka bir versiyonunu yaşıyoruz aslında. Her gün uyanıyoruz, aynı rutinlerden geçiyoruz bir şekilde ve tekrar yatıyoruz. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz. Arada bir sistemin dışına çıktığımızda ise farklılığın, rutini kırıyor olmanın sonucu geçici bir mutluluk ve rahatlama yaşıyoruz ve işte o noktada, evrene tekrar olumlu enerji saçmaya başlıyoruz.

Bir başka şekilde de yaklaşabiliriz aynı güne, her sabah kalktığımızda hayata şöyle bakmayı da tercih edebiliriz. O günü sanki son günümüzcesine minnet ve sevgi dolu, 100%’ümüzü vererek, kendimizin bir önceki gündekinden daha iyi versiyonunu hayata geçirerek, dolu dolu ve gerçekten mutlu yaşamayı seçebiliriz. Her şeyimizi bu gerçek üzerine kurduğumuzda ise değişim hayata geçecektir ve bir yere kaçmaya gerek duymaksızın, sadece o sıradan günü daha gerçek yaşayarak da evrene mutluluk ve o olumlu enerji yi elimizden geldiğince saçıyor olacağız. Hayatta hersey bir tercihtir… Ve nasıl o gün, yoga dersimde, bu farkındalıkla aynı hareketi daha da derinleştirmeye niyet ederek kendimin en iyisini yapmak üzere adım attıysam, hayatta da her gün bu adımı atmak benim tek sorumluluğumdur. Ben bu yolu seçtiğimden beri hayatı daha çok sevmeye ve tüm düşüşlere rağmen daha dolu dolu yaşamaya başladım.

Bu akşam bir film seyretmenizi istiyorum sizden, ismi “$50K And A Call Girl”. Hayat ve sevgi üzerine, umut ve umutsuzluk arasında gecen… gerçek duyguların coşkuyla yaşandığı bir film… Bugün, bu akşam, mümkünse şimdi izleyin.

Ve sizden ufacık bir şey istiyorum… Bugün sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin…. Bugün sevdiklerinize uzanın ve sımsıkı sarılın … Uzun zamandır yapmak istediğiniz ve korkularınız yüzünden yapamadığınız bir şey yapın… Korkularınızı göğüsleyin ve içinden geçin… Bakın bakalım ne çıkacak sonuçta, sizden ne kalacak, nasıl yeni bir sen olacaksınız tüm yaşananların sonunda. Sadece şunu unutmayın… eninde sonunda mutlu olacaksınız, teslim edin kendinizi akışa …Dolu dolu yaşayın!

Bosphorus, Istanbul, Turkey

Bosphorus, Istanbul, Turkey


Yoga

Hayatta herşeyin bir vakti olduğuna ve sen hazır olduğunda gerçekleştiğine inanırım. Evren sen hazır olduğunda güzelliklerini sunuyor, ve bunları sunmak içinde sabırla bekliyor. Tek yapman gereken kalbinle bakabilmek dünyaya, gerisi kendiliğinden gelişiyor kanımca.

Yoga ile ilk defa 1997 yılında Los Angeles’da yaşadığım dönemde tanıştım. Kendimi bulduğum cennettimde bana yol arkadaşlığı yapmış, Türkiye’ye geri döndüğümde ise desteğim olmuştu. Bu güzel beraberliğe hayat bir dönem ara verdirdi. Diyorum ya, herşeyin bir zamanı var. O dönemde ailemize katılan minik meleğime, evliliğime yoğunlaşmış, ve bu gerçeğin içerisinde mutluluğu yakalamaktaydım.

2013 yılı benim için uyanış yılı oldu, kendime dönüş yılım oldu. Sadece benim için değil, tüm dünya için uyanış yılı, geçiş yılı, değişim yılı olduğuna da hergün tanık olmaktayız. Ve şimdi yine zamanı geldiğinde, tam da ihtiyacım olduğu bu dönemde, her zamanki nazikliği, anlayışı ve yumuşaklığı ile yoga bir kez daha hayatıma girdi. Herkesin ruhuna uygun ruh gurupları olduğuna inanırım ben, kendi gurubuma ait ne kadar güzel insalarla çevrili olduğumu fark ediyor ve bundan sonsuz keyif alıyorum. Son zamanlarda ise her ruha uygun bir spor olduğuna da inanmaya başladım. Team Istrunbul ile tanıştığımdan beri, oradaki arkadaşlarımın koşuya duydukları aşk, benim ruhuma uygun sporu sorgulamama yol açtı. Bu içsel sorgulama sonucunda ise, 90dakikalık bir seans sonrasında bile hala bitmesin istediğim, her seferinde aynı heyecan ve istekle yaptığım, benim ruhuma ve bedenime hitap eden sporun yoga olduğunun farkına vardım.

Belki ikizler burcu kişiliğimi tamamlıyor yoga, çok değisik yönlerden beni doyurabiliyor. Tek bir spor adı altında, hem fiziksel, hem ruhsal doyuma ulaştırıyor beni. Hep bildiğimiz bazı kalıplar vardır ya, onları derinlerde içimizde gözlemlememize ve hayata geçirmemize vesile oluyor kanımca. Mesela, “anını yaşa”; hepimiz biliriz ne kadar önemli olduğunu, ancak hayatın akışında kaybolup gideriz. Kimi zaman, eğer şanslı isek, düşüncelerimizin geçmiş ve gelecek arasında gidip geldiğini fark ederiz ki işte o noktada an’a geri dönüş yaşarız. En üzücüsü ise, çoğu hayat gelip geçer hiç bunların farkına bile varmadan, günlük sıradan problemlerin arasında kaybolmuş bir şekilde. Yoga yapısı itibari ile sizi an’a taşır, 90 dakika boyunca düzenli ujjayi nefesi (okyanus nefesi de denilen, her birimizin içinde bulunan yaşam enerjisini arttırdığına inanılan, genizden alınıp verilen bir yoga nefesi) alınıp verildiği ve aynı zamanda hareketlere odaklanıldığında zaten an’da yaşamamak gibi bir opsiyon sunmamaktadır insana. Beynini ve düşüncelerini yavaşlatıp an’a taşırken, farkındalığını arttırmaktadır bir yandan. Ne zamanki kendimi problemlerin içinde kaybolmuş yada merkezimden uzaklaşmış olduğumu fark ediyorum, o noktada kendime vakit ayırıyorum ve nefesime odaklanıyorum. Kendimle başbaşa kalıp, düşüncelerimi ve duygularımı akışına bırakıp, nefesime odaklandığımda an’a geri dönüp olayların bana çok fazla dokunmasına izin vermeden tecrübe etmeye başlayabiliyorum. Bu da bana devam edebilmek için içsel güç sağlıyor.

Fiziksel olarak da insanı bir kere denemeden tadamayacağı noktalara taşıyor. Herşeyden önce, bu farkındalık seviyesinde kaslarının yapısını ve onlara beyninle nasıl hükmedebileceğini tecrübe ediyorsun. Ve zamanla, vücudunun daha önceleri hiç gidemediği noktalara gidebildiğini, her nefesde daha da derinlere inebildiğini fark ediyorsun. Doğuştan esnek bir yapıya sahip olmama rağmen yapmakta zorlandığım (daha doğrusu asla yapamayacağıma inandığım) bazı hareketler vardı. Bunlar daha çok kol ve omuz kasları ile core kasların bir arada kullanıldığı head ve hand stand olarak adlandırılan hareketlerdi. Şimdi kendimi de şaşırtarak görüyorum ki, zamanla ve düzenli çalışma ile vücut sana cevap vermeye başlıyor. Başlarda duvar desteği olmaksızın yapamadığım bu hareketleri kendi başıma yapabilmeye başlamış olmanın heyecanı ile daha da büyük bir zevkle gidiyorum derslerime.

Tüm bunların yanı sıra, binlerce yıllık bilgi var arkasında, farklılıkların ahenkle yaşandığı, kalpten gelen bir bilgi var. Bu engin bilgi her yoga hareketinde istemdışı işleniyor ruhuna. Bu yolcuğumda yoga, kendimin daha çok farkında olduğum, sevdiğim ve her anımda nefesimin farkında olup minnet duyduğum bir yaşamda yol arkadaşlığı yapıyor bana, kimi zaman sınırlarımı zorluyor ama daimi olarak ışık tutuyor yoluma. Herkes en azından birkez denemeli yogayı, kimbilir belki de sizin de ruhunuzun sporu budur.

Cihangir Yoga, İstinye, Istanbul

Cihangir Yoga, İstinye, Istanbul