Confession

I have a confession to make…
Being on the path that I am, I know that the ultimate goal is to conclude ones cycle, resolve all those karmic challenges, get undressed from all those excess baggage we have been carrying life after life and with that lightness and clarity realize what we already are… that we are love… and then hopefully, move on and not come back again… Finally be a part of what we actually are; realize that we are the divine!
Ok, that path I truly adore 🙂
In a weird way, I love facing myself and eventually dealing with the daily challenges life presents. I truly enjoy this journey to become a better version of myself. Interestingly, the more I dive in myself, the more I feel that I already know!
It is like a journey back home, a path that has been travelled for many lifetimes… Actually, it is not finding your way back but rather, remembering your path back home. Every moment of this journey is awakening, energizing and loving… Knowing that all these challenges that lay in front of me was my choice, a path that I have chosen to live or better yet, the path that I live because of the choices I have made for many lifetimes; life becomes exciting. And now, as I accept this reality, this truth… I welcome the journey that leads me back to the ultimate truth, to the universal consciousness.
Today, I love my path… So much so that sometimes the possibility of this lifeline being my last one saddens me! I honestly, truly love being a human being… breathing and living on this planet!
This week was dedicated to the realization of this reality within me! Wednesday nights of mine is strictly reserved for yoga! For those who are the members of the yoga community in Istanbul, Wednesday classes with Chris Chavez are like a pilgrimage. If you are a teacher, he provides you with such insights in one single class that you get inspired for your future personal classes. And if you are a student… Oh well, even better! Layer by layer you get to explore your reality. And might I remind you that we are all students in this school of life, so the best news is; the journey never ends!!!
And, this Wednesday… oh my… It was one of those exceptional classes. So strong and so deep, keeping you glued in the present moment so that every word he uttered just sank into your soul and found the exact place that it should be nurturing. After one of those challenging posses while we were resting in Adho Mukha Svanasana (downward facing dog) he came and scribbled something in my notebook. Yes… that mischievously warm and sweet he is and yes… I do have a notebook with me so that if and when I get inspired (which happens quite often in his classes) I would be able to take a note. Anyhow, I waited till after the class to check what he wrote down in my notebook.
“When you know the truth, there is nothing to fear!”
Once you get close to the truth, your truth, which is also the universal truth… there is nothing to fear. All you have left with is the acceptance of who you are and from then on, there is nothing left but just merely enjoy life as is!!! And in the light of this reality, living a life surrounded by such beauty, I could say that, the possibility of not reincarnating as a human being once again does sometimes saddens me… It’s rather like a melancholy feeling you get when you depart from a dear loved one so close to your heart.
And… That is my confession! That I adore life!!! There are days that I do get lost sometimes but ever so grateful that I find that strength within me to be an observer in those moments in time, get detached from those feelings that are pulling me down, get rid of that clutter that is clogging my mind and see my way back home! And then, again… One more time… let the gratefulness wash over me!
So, let this weekend be one of those refreshing, fantastic, warm and cozy weekends filled with love and joy!!! Enjoy today, this single breath you breathe in with gratitude! And live… Truly live!!!! Have a wonderful weekend!


Bazen iyileşme acıda saklıdır

“Sometimes the healing is in the aching” (Bazen iyileşme acıda saklıdır) bu yazıyı gördüğüm anda bir sonraki yazımın konusunun bu olması gerektiğini içimde hissettim. Son zamanlarda evren bana gerekli olan sözleri, insanları, olayları kendiliğinden önüme çıkarıyor, bana ise sadece onların farkına varmak kalıyor. Akışta olduğum bir dönemdeyim diyebilirim, gelen her şeyi heves ve sevgi ile hayatıma kabul ediyorum ve izliyorum.
Ruhani arayışım esnasında çok güzel bilgilerle ve insanlarla karşılaştım. Bu sözü görünce, Art of Living’deki eğitmenim Nathalie’nin anlattığı bir hikâye geldi aklıma aniden. Sevdiği bir öğrencisinin ne kadar acı çektiğinden ve değer verdiği bu insanın acısını hafifletecek hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusundan, bunun ona verdiği çaresizlikten yakındığı bir noktada Art of Living’in kurucusu Sri Sri Ravi Shankar ile yaptığı bir telefon konuşmasından bahsetmişti. Sri Sri ona sevdiklerimizin acılarını hafifletmeye çalışmamızın bazen onların gelişimini ve bu hayattaki tecrübelerini kısıtlayacağından bahsetmişti. Kimi zaman bizlere çok acı verse de sevdiklerimizin iyiliği için kendi gelişimlerine katkı sağlayacak, belki de bu hayata geliş amaçlarına ışık tutacak acılara müdahale etmeden gözlemci olarak destek olmamız gerekmekte. Bazen iyileşmenin, ilerlemenin tek yolu acının içinden geçmekte saklı. Ve biz bunu her ne kadar onlar için yapmaya hazır olsak da, bu onların kaderi. Vakti geldiğinde ve o farkındalığa ulaştıklarında değişim kendiliğinden hayata geçecek. Bu hikâyeyi çoktandır unutmuştum ama yakın zamanda kendimi çok değer verdiğim bir insana yardım edemez halde buldum. Elimden geleni yapma telaşında iken aniden fark ettim ki, benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, içinde bulunduğu ruh halinden çıkabilmesinin anahtarı bir tek kendinde bulunuyordu. Ve ben ne kadar çok üzülsem de, onun yerine tüm bunlarla başa çıkabilmeye hazır ve istekli olsam da bu onun içsel yolculuğuydu. İstediği zaman elini tutarak ve tüm kalbimle yanında olarak destek olabileceğimi fark ettim aniden. Bu konuda ne kadar başarılı olabileceğim bilemiyorum, sadece inançla yanında olmaya çalışıyorum.
Geçen haftalarda, Cihangir Yoga’da benim için en özel eğitmen Chris Chavez ile yaptığımız yoga seansında yine aklıma geldi bu söz. İlk olarak şunu belirtmeden geçmek istemiyorum, Chris dünya çapında izlenen ve beğenilen bir eğitmen olmasının yanı sıra, benim için şu an Türkiye’de bulunan en etkileyici, eğlenceli, derin, eğitici ve varlığı ile insanları iyi hissettiren bir eğitmen. Benim yogaya tekrar geri dönüşümümün de sebebi diyebilirim kendisi için. Bilginin derinliğinin yanı sıra çocuksu ve eğlenceli tarafını da kucaklamamızı sağlıyor. Derslerinde derin bilgisini güncel yaşamımızdan örneklerle bize sunuyor ve bunu yoga’nın vücudumuza ve ruhumuza etkisi ile öylesine bağlıyor ki, verilen mesaj kemiklerinize kadar işliyor. İşte bu derslerden birinde “no pain no gain” kavramından yola çıkarak, kimi zaman bizim için iyi olan şeyin, bizi iyi hissettirmediğine değindi. Vücudumuzu güçlü ve esnek tutabilmek için emek vermemiz gerekiyor, bunu hepimiz biliyoruz, bu sebeple spor yapıyoruz. Ruhumuza iyi gelmesinin yanı sıra bedenimizde hissettiğimiz gelişim, hareket edebilme rahatlığı bizlere spor esnasında harcadığımız eforu unutturup tekrar yapmamızı sağlıyor. Kimi zaman ise vücudumuzun gerçek potansiyeline ulaşabilmek için ekstra çaba harcamamız, güvende hissettiğimiz sınırların dışına adım atmamız gerekebiliyor. Bu esnada vücudumuz çeşitli ağrılar, sancılar yolu ile bizimle iletişime geçiyor, bunlar değişimin başladığına işaret eden sağlıklı işaretlerdir. Yogada hareketin hayata geçişi ve vücudun bulunduğu pozun içinde bütüne ulaşması zaman içerisinde oluyor. Bu zaman zarfında vücudumuzda çıkan ağrılara gösterdiğimiz direnç akabinde, bu ağrılar boyut ve şekil değiştirmeye başlıyor. Çekilen ağrı kendi içsel anlayışına, arayışına ışık tutmaya başladığında, yoğunluğu azalmaya başlıyor ve hareket oturmaya başlıyor. Bu esnada omuzların, kolların, bacakların bir bütünün parçaları olup harekete teslim olurken, beynin boşalmaya başlıyor. Ağrının içinde düşüncelerin yok olmaya başladığı anda kendinin gerçek yansımasını görürsün bir nevi, kendini olduğun gibi gördüğün ve kabul ettiğin bir aydınlığa çıkarsın.
Chris bu konudan bahsederken şu örneği verdi; bazen yolda yürürken kaldırımda hiç beklenmedik bitkilerle karşılaşırız ya, betonun içinden fışkıran doğaya tanık oluruz. İşte, bazen doğanın günışığına ulaşabilmek için, hayata geliş amacını gerçekleştirebilmek için, kaldırımı delip geçmesi ve bunun için olağanüstü bir efor sarf etmesi gibi, bizlerin içimizde de aynı doğada olduğu gibi böylesine bir arzu bulunmaktadır. Bazen verdiğimiz savaşla başa çıkamayacakmışız gibi gelebilir, onun yükü öylesine ağır gelir ki, bunu kaldırabilecek güce sahip olduğumuzu unutabiliriz. Ancak, şunu da unutmamalıyız ki, aynı doğanın güneşe ulaşmak için verdiği çaba gibi, aydınlığa ulaşmak ve gelişmek için verdiğimiz savaşımızda her gün kendi gerçeğimize adım adım yaklaşmaktayız.
Diyorum ya, bu sıralar insanlar, sözler, olaylar gelişimimde bana ışık tutmak için, olaylarla başa çıkabilmem için önüme çıkıyorlar. Bu sözle karşılaşmam, önüme çıkan güzel insanların paylaştığı hikâyeler ve bilgiler, yoga’daki tecrübelerimle birleştiğinde ruhumun derinliklerinde anlam buluyor. Yoga’nın da güzel ve özel yanı bu zaten… Duyduğun şeyleri sindirmene ve yaşama geçirmene vesile oluyor. Biliyorum biraz delice gelebilir ama içinde bulunduğumuz pencerenin dışına çıkıp geniş açıdan bakabildiğimiz noktada hayatımıza giren her şey biraz daha anlam kazanıyor ve o an için iyi ya da kötü gözüken her şeyin aslında belirli bir amaç için, bizi tekrar ruhumuzun gitmek istediği yola sokabilmek için geldiğini görebiliyor, bir nevi minnet duygusu ile dolabiliyoruz. Aynı bugünlerde benim hissettiğim gibi:)

Argos in Cappadoccia, Turkey

Argos in Cappadoccia, Turkey


Yeni bir güne uyanmak

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, belki hatırlarsınız; yoganın hayatımın merkezinde olduğu bir hayat yaşamaktan çok keyif alıyorum. Sadece fiziksel aktivitesinden bahsetmiyorum, yoganın felsefesini tüm benliğimle yaşamaktan keyif alıyorum. Bilgisini ve öğretisini uygulamaya çalışmaktan da bahsetmiyorum, içselleştirip, özümseyip “o” olmaktan bahsediyorum. Hayatın her anında, her adımında hayata gülümseyerek ve kabul ederek bakmaktan, yarını bilmemenin keyfinden, bu bilinmezlik içinde daha büyük bir sisteme teslim olmaktan ve yarının eninde sonunda mutluluk dolu olacağına gönülden inanmaktan bahsediyorum.

Hayatta, tabi ki düştüğüm, hayal kırıklığına uğradığım, egomun zorlandığı, her şeye küstüğüm, sinirlendiğim anlar oluyor. Hepimiz aynı devinimleri yaşıyoruz aslında. Hepimiz insanız ve öyle ya da böyle benzeri testlerden geçiyoruz hayatta. Ama biliyor musunuz, kendime bu lüksü tanımıyorum, çünkü böyle bir lüksüm yok. Hemen ayağa kalkıp toparlanmalı ve içimde, derinlerde, özümde bildiğim gerçekle önüme bakmak zorunda olduğumu biliyorum. Ben, biz, bazılarımız… çoğumuz, gerçekten çok şanslıyız. Eğer çok büyük travmalar geçirmediysek, akşam soğuk çıtır çıtır yastığımıza kafamızı koyduğumuzda sevdiklerimiz de sağlıklı bir şekilde yataklarına yatmışlar ve nefes alıyorlarsa, sevgi dolu bir evde yaşıyorsak, çocuklarımızın karnı toksa, huzurları yerindeyse, onların geleceği için çoğu insandan daha az endişelenmemiz gerekiyorsa bu dünyada bizimle nefes almakta olan çoğu insandan çok daha şanslı bir konumdayız demektir. Ve biliyor musunuz, işte bu sebeple istemediğimiz, hak etmediğimiz bir hayatı sadece korkularımız yüzünden devam ettirmek lüksüne de sahip değiliz. Biz, her gün bu ayrıcalıklı güzel evrene, içinde yaşadığımız topluma, hayata olumlu enerjiler saçmak zorundayız. Güncel küçük problemlerin üstüne çıkıp tepeden bakabilmeliyiz. Bakamıyorsak da korkusuzca değişimi harekete geçirmeliyiz. Uyuşuk, korkak olma lüksümüz yok. Biz, birçok insandan çok daha şanslıyız demektir ki, bu bize hem çok büyük bir güç, hem de çok büyük sorumluluk yüklemektedir. Sorumluluk ise oldukça basittir… Mutlu olmaktır tek sorumluluğumuz. Mutlu olup, dünyanın dönmesini sağlayan olumlu enerjiyi arttırmaktır bireysel olarak görevimiz. Ülkemizi ve dünyayı değiştirmenin tek yolu budur. Bireysel mutluluk ve tatmin, dünya barışını ve bütünlüğünü de beraberinde getirecektir.

Geçen gün yoga dersinde, çok değer verdiğim hayat öğretmenim Chris Chavez bu konuyu okşadı yine. Dersi “tekrarlar” üzerine kuracağını söylediğinde inanın aklıma gelmemişti bu. Her hareketi en az 17 kere bizlere tekrar ettirirken çoğumuz “of” lamaya başlamıştık. 1-2 defa yapmaya alışıktık ama aynı hareketi defalarca tekrar etmek, hem aynı kasları yormuştu hem de sıkılmıştık. Bu devinim aslında her gün aynı güne uyanmanın bir yansımasıydı adeta. Her gün bir önceki günün başka bir versiyonunu yaşıyoruz aslında. Her gün uyanıyoruz, aynı rutinlerden geçiyoruz bir şekilde ve tekrar yatıyoruz. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz. Arada bir sistemin dışına çıktığımızda ise farklılığın, rutini kırıyor olmanın sonucu geçici bir mutluluk ve rahatlama yaşıyoruz ve işte o noktada, evrene tekrar olumlu enerji saçmaya başlıyoruz.

Bir başka şekilde de yaklaşabiliriz aynı güne, her sabah kalktığımızda hayata şöyle bakmayı da tercih edebiliriz. O günü sanki son günümüzcesine minnet ve sevgi dolu, 100%’ümüzü vererek, kendimizin bir önceki gündekinden daha iyi versiyonunu hayata geçirerek, dolu dolu ve gerçekten mutlu yaşamayı seçebiliriz. Her şeyimizi bu gerçek üzerine kurduğumuzda ise değişim hayata geçecektir ve bir yere kaçmaya gerek duymaksızın, sadece o sıradan günü daha gerçek yaşayarak da evrene mutluluk ve o olumlu enerji yi elimizden geldiğince saçıyor olacağız. Hayatta hersey bir tercihtir… Ve nasıl o gün, yoga dersimde, bu farkındalıkla aynı hareketi daha da derinleştirmeye niyet ederek kendimin en iyisini yapmak üzere adım attıysam, hayatta da her gün bu adımı atmak benim tek sorumluluğumdur. Ben bu yolu seçtiğimden beri hayatı daha çok sevmeye ve tüm düşüşlere rağmen daha dolu dolu yaşamaya başladım.

Bu akşam bir film seyretmenizi istiyorum sizden, ismi “$50K And A Call Girl”. Hayat ve sevgi üzerine, umut ve umutsuzluk arasında gecen… gerçek duyguların coşkuyla yaşandığı bir film… Bugün, bu akşam, mümkünse şimdi izleyin.

Ve sizden ufacık bir şey istiyorum… Bugün sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin…. Bugün sevdiklerinize uzanın ve sımsıkı sarılın … Uzun zamandır yapmak istediğiniz ve korkularınız yüzünden yapamadığınız bir şey yapın… Korkularınızı göğüsleyin ve içinden geçin… Bakın bakalım ne çıkacak sonuçta, sizden ne kalacak, nasıl yeni bir sen olacaksınız tüm yaşananların sonunda. Sadece şunu unutmayın… eninde sonunda mutlu olacaksınız, teslim edin kendinizi akışa …Dolu dolu yaşayın!

Bosphorus, Istanbul, Turkey

Bosphorus, Istanbul, Turkey


expectations

One of my struggles for the last few years has been about the concept of “expectations”. I used to think that my actions took place with no expectation at all, of which I was acting with the mere idea of doing it, that I had to act that way because it made me feel good. I thought I was not expecting much in return but what I didn’t realize was that, my expectations were in a more subtle form. It was not to get a physical payback of some sort, but rather the acknowledgement and the appreciation of my behaviors.

Although I choose to believe that these paybacks were somewhat the replies that I did deserve, at one point, I had to face the ugly reality that this need for appreciation, understanding, and empathy was weighing me down. Nobody is going to give us what we need unless we turn back and look at ourselves… With no judgment, accept the being that we are, as is.

My tool for this realization has been through yoga. There is no competition in yoga… Your only rival is yourself and you cannot evolve, go further unless you accept your limitations. Respect them and slowly test your limits with that awareness. This awareness has shifted in me during my teachers training. Within this process, in time, I have started not to expect anything more than my body can deliver, but instead just be present and listen to my body. Give my 100 percent in the action as not the outcome but the feeling of the motion uplifted me, keeping me in the moment, now, where my body is grounded, diving into a deeper understanding of where I stand on this earth. The fight within my being has somehow diminished and the postures slowly found life within my body.

Then I realized that the same questioning was valid in my daily life… Getting to know myself has made me realize that I love to give in life. No matter if the person in question appreciated my action or not, I was going to offer something from me any way. That is what uplifts me. The real question is to what extend we should be willing to give. Where do we draw the line?

My wise teacher/friend has once told us that “you should give out as much as you take in”. Finding sources that you could be yourself and experiencing your truth freely feeds you and then you start to give more in life, to life. So, my guess would be, as long as you are in touch with your true self, hopefully one could be aware of this thin line where giving becomes a sacrifice from the self. And honestly, out of experience, I can say that… I don’t know, and not knowing is somewhat refreshing… It keeps the hope for the future… This way or another it carries the potential of happiness in the end.
And on this journey, I have realized that the present moment do not have any space for expectations. So work on that, may your tool be yoga, running, painting, cooking or writing… Find a place that you are present in the moment and in times you feel disconnected, go to that place of meditation un clogged  with thought as much as you can and drop your expectations, cherish your limitations and flourish!

2014-01-28 13.53.03un